
Yıldız Tozuvar
Ben Yıldız Tozuvar
Hayali bir kahramanım…
Buraya saklandım çünkü dışarıda hayalleri çalan bir dünya var.
Ama yine de…
Herkesin bir ada gibi yalnız başına yaşadığı devirde, takım yıldızlarını bile gülümsetecek kalabalık bir neşeyle yaşayasım var.
Senin?
yol şarkıları
İlk gençliğimde ne çok şeye kızardım. Hem de ne acayip şeylere ve ne kadar sık! Mesela insanların macera yaşamaya özenip macera filmleri izlemekle yetinmesine kızardım. Bir şeyi yapmayı çok isteyip yapmak yerine içlerinde ukde haline getirmelerine kızardım. Olasılıklar yerine olanaksızlıkları gözlerinde büyütmelerine kızardım. Yola çıkmayı dilerken yol şarkıları dinlemekten ileri gidememelerine kızardım! Sinirden kızarana kadar…
istiyorum
Az önce güneşin ilk ışıklarıyla uyanmış perdeleri kenara çekerek yeni güne başlarken içinden neler geçiyor? Pencereden bakarken gördüğün, geçmiş savaşçıların hayaletleriyle dolu bir muharebe alanı mı yoksa çiçek dersen çiçek, ağaç dersen ağaç, bostan dersen bostan olabilecek kudrette bir toprak parçası mı? Eski yeni yenilgiler ve olası zaferler mi esir alacak hayatımızı, onlara izin verirsek?…
bir taneciksin
Bugün doğum günüm. Yeni yaşıma Atlantik’in bu tarafında giriyorum. Öyle alışılageldiği için zorla eğlenilen kutlamalar yerine sakin ve dingin bir gün diliyorum kendime. Mümkünse, o huzurun, kalan zamanım ne kadarsa ona da yayılmasını… Burada yasal içki içme yaşı 21 olduğundan arkadaşıma “nihayet 21 oldum, kanunlara uygun olarak kafayı çekebileceğim” diye takıldım dün. “21 yaşında olmayı…
acı dili
Geçenlerde, hiç tanımadığım birine cesaretimi toplayıp gerçeği söyledim. İçimden bir ses çabamın boşuna olduğunu söylüyordu. Bir diğer iç sesim “istediğin kadar çabala, seni dinlemeyecek, sözlerinin doğru olduğuna inanmayacak” diye müstehzi bir gülümsemeyle yaptığıma burun kıvırıyordu. Rasyonel aklım “hiç bulaşma, sonucunu biliyorsun. Malum, daha önce de denemiştin” diyordu. Ama hatırladım ki “vicdanımadır hesabım”, o yüzden gerçeği…
püfür püfür bahar
Eriyip yok olmaya can attığından sönük sarı bir ışığa razı, eskimiş kar topakları gibi aynı kalbim, ufacık bir insani yakınlaşma anında çözülmeye hazır diyebilirim! Tanımadığım biri bile biraz tereddütle de olsa yanıma yaklaşsa, hele kazara gülümsese, bende o anda bütün duvarlar inleyerek yıkılacak, bütün bulutlar fora olacak eminim! Neyse ki bugün Aziz Brigid Günü yani…
tek kişilik vuslat
Çocukluğumun dertsiz akşamüstlerinin kokusuydu limon çiçeği… Çenelerden kıkırdayarak akan ballı karpuz damlaları ve ayak bileklerine dolanan pofidik kedilerin mırıltıları boldu hayatımızda. Gel gör ki insan yaşamında pek az duygu yalnız, pek az an tek bir hissin etkisi altında… O zamanlarda da güneşte uçuşan tozlarla dolu sarı odalara sinmiş sessiz bir yalnızlık vardı. Yavaşlayan zaman yüzünden…
renk körü
Bu aralar boyalara kaptırdım kendimi, hem de ne kaptırmak! Bir aşçının taze meyve sebzeler içinde kendini kaybetmesi gibi ya da şarap imalatçısının asma bahçelerinde, ben de boyalar arasında zamandan kopuyorum adeta. Oysa kısa süren soyut resim denemelerim dışında renkler, boyalar ilgimi çekmedi pek şimdiye dek. Biliyorum ki her şey bu eve taşınmakla başladı: Olanı daha…
sakın korkma
Korkunca ne yapar insan? Yangın ya da ya kaza anında mesela: Olduğu yerden kaçamıyorsa neredeyse oraya çömelir, kapladığı yeri azaltır. Ufalır! Çocukken karanlıktan korkuyorsa yorganın altında büzülerek saklanır. Sadece bedenimizi değil aynı zamanda zihnimizi de küçülten birer cendere korku ve kaygı. Onunla karşılaşınca insan bazen bir cenin gibi yuvarlanıp kıvrılarak cüssesini elinden geldiğince minicik yapar.…
-mış gibi
İyi olmasını çok ama çok istediğim haberi beklemiyormuşum. Bir aksilik olur da kötü çıkarsa sonu, işte o zaman dünya başıma yıkılır gibi hissetmiyormuşum. İlkbaharmış, hem de halis muhlis, zerre hüzün bulaşmamış. Uzak bir yabani çiçek tarlası varmış. Sırtımı dayamışım toprağın halden anlar göğsüne orada, uzanmışım. Bir arı gelip vızlamış başımda. Meraklı gözlerle onu izlerken dilini…
landöşe kokusu
Bugün benim için tarihe geçesi bir gün… Dünyayı küçülten, zamanı sonsuza uzatırken beni kişisel tarihimin sevdiğim anlarına götüren bir kutu var kucağımda. Onu görmem, görsem de gözlerime inanmayı reddetmem… Ben inansam mı diye düşünürken ya başkası gelir alırsa diye hemen sepete atıp kasaya yönelmem, hepsi topu topu saniyeler aldı. Şimdi arabadayım, araba otoparkta, otopark sarı…
delice: özgür zeytin
OKendiniBilir için… Bu sabah deliceler üzerine sohbet ettim. Konuşma bitse de içimdeki yankıları bitmedi. Onlar apansız çıkan imbatla azıp çoğalarak aklımda dolaştıkça o çağrışımlara direnip zaman kaybetmek yerine hemen kâğıda kaleme teslim olup yazmaya karar verdim. Oysa bugün ne kadar dar zamanım ve ne bol uğraşacak işim… Delice, köylülerin kendiliğinden biten yabani zeytin ağaçlarına verdiği…
dalga dalga
Senin de başına geliyor mu bilmem! Ne zaman bir şey yapmayı ya da bir yere gitmeyi çok ama çok istesem garip bir şey oluyor: Sanki bu düşünce zihnimde belirdiği anda benliğimin bir kısmı önden koşup bir an önce gelmesini istediğim o ana ışınlanıyor ve tüm gücüyle orada ilk gördüğüne tutunuyor. O andan itibaren de ben…
ağaç kökleri
“Ağaç değilsin ki, kullan ayaklarını!” Bu sözü nerede duydum, bir filmde ya da romanda mı geçiyordu. Kim kime, ne konuda nasihat ediyordu, orasını çıkaramıyorum. Ama biliyorum ki dünyayı anlama ve yolumu bulma çabamda anlamlı bir tavsiye bu! Cesaret verici ama eksik! Ve her genelleme gibi herkese göre değil. Ayaklar ve kökler, seçimler ve sonuçlar arasında…
sarışın kedim
Benim bir kedim var. Sarışın ve şımarık! Günün 18 saatini uyuyarak geçiren ve geri kalan altı saatte de “çok uykum geldi, zaten günlerdir bir türlü uykumu alamıyorum” dercesine ha bire esneyen bir nevi tüylü insan kendisi! Zaman zaman sinir olmuyor değilim kedi adamın kendine hak gördüklerine: Evin en yumuşak battaniyesini ve en konforlu yastığını kap,…
deli gömleği
“Sanat aslında bir başkaldırı… İçine doğduğunuz şartlara, koşullara karşı bir direniş… İçsel bir direniş… İçten gelen bir direniş…” Balkan Naci İslimyeli
iyi bilgeler
İçimde, bu yazıyı okuyan bazı insanların yüzünde müstehzi bir ifade belirecek ve akıllarından “ne yani, dünyayı Şirinler Köyü mü sanıyor bu?” benzeri sorular geçecek gibi bir his var. Olsun, sağlık olsun. Arada o da lazım… Ve başlıyorum: İçimde adını yeni koyduğum ama içeriğini ne zamandır aklımda evirip çevirip durduğum bir dilek var. Biraz dilek, biraz…
diren fidan
Ekip dikmedim önceden pek. Ama geçenlerde heves ettim bir fidan aldım. Toprağın ve havanın huyundan suyundan anlamam. O yüzden düldülümün bagajını tamamen…
hassas kalpler ülkesi
Bugün hayaller üzerine düşünüyorum, işim yok başka yapacak nasıl olsa! Çünkü belki söylemişimdir, benim evde kıyafetlerin huyudur, hepsi kendi başına yıkanır, kurur. Sonra kendi kanatlarıyla uçup yerlerine yerleşir. Hele o beyaz gömleklerin martı gibi pike yaparak gardıroba girişine görmeyen inanmaz. Yemek desen aynı, mutfak günde iki öğün, üçer kap yemek çıkarır kendiliğinden. Hem de bir…
kış güneşi
Azıcık kış güneşi buldum pervazda. Hiç durur muyum? Hemen çektim polar bir eşofman altıma, üstüne de iki kalın yün hırka. Battaniyeyi de kaptım, hop dakikalar içinde kuruldum güneşin karşısına… Her gün güneş ışığı almak lazımmış diye duydum. Bunu söyleyen kişi, çıplak gözle güneşe bakıp ışıklarını içmemizi tavsiye etti. Hava üç dört derece, güneş de bu…
hayaller hayaller
Bu dünyaya bir şifacı lazım. Otlar mı toplayıp karar, buğular mı tüttürür dağların boyu kadar… Önce yüzünü mü boyar, rüyaya mı yatar… Yoksa diğer şifacı kız ve erkek kardeşlerine ortak eylem mesajı mı atar, artık orasını bilemiyorum… Ama bize bir şifacı lazım. Hem de acil tarafından! Bize bir bahçıvan lazım bir de. Yaktığımız, üstüne olur…
bir avuç yarın!
Büyüyünce cadı olmaya karar verdim. Daha ne kadar büyüyeceksin demeyin sakın, bu kez kararım kesin! Cadı olacağım ama tatlı cadı: Gücünü iyiliğe kullanan… Parçası olduğu doğanın sırlarını hatırlayan… Kudretin zehrini kendinden uzak tutan… Ve fotosentez yapanından sone yazanına her cana saygıyla yaklaşan bir cadı. Varoluşun anlamına az buçuk meraklı, delidolu ve kararlı! Hatta saplı süpürgeye…
gözyaşları
Oldum olası gözyaşlarının gücüne inandım. Onların arındırıcı ve onarıcı kudretine… Ağlamanın rahatlatan sihrine… Ağlarken o anda içi yakan ıstırabın gözlerine dimdik bakmaya inandım. Yağmuru beklemeden sokaklarda ağlayanları, sinemada saklanmadan gözyaşlarını pıtırdatanları hep içten içe alkışladım. Bu aralarsa ağlayamayanları düşünüyorum. Acısı, yüzünden yazılamamış mektupların satırları gibi harf harf dökülürken, bilinmez bir kök inançla gözyaşlarını bastıranları… Yaşayan…
şifalı nefesler
Coğrafya dersinde yanımdakiyle konuşmak yerine tahtada anlatılanı dinleyen ineklerden olduğum için zaman dilimlerinden ve iklim kuşaklarından uzun zamandır haberdarım. Ama bu gece ilk kez, tüm gezegen halkı aynı anda uykuya dalsa nasıl olurdu diye içimden geçirdim. Hepimiz aynı ısıda ve aynı zamanda buluşsaydık bu gece… Her birimiz rahat ettiğimiz bir yatakta kıvrılıp çocuklar için yapılan…
kar fırtınası
Zamanın kalbi, dönen saniye kolunun ritmiyle atıyor karşıdaki duvar saatinde. Uzun zaman aradan sonra da olsa sesini nihayet bize duyurabilmenin mutluluğu var saatçiğin içinde. Elektrikler gitti, ekranlar sustu, gürültü durdu. Ve sakinleşen evde sessizliğin sesi sonsuzluğa uzanıyor, nota olmadan yazılan bir melodinin sonsuz ihtimalleri gibi… Ama olasılıklar telaşsız… Hepsi tatlı bir huzur denizinde, her şeyin…
AyKadın
Başımda üç beş tane beyaz saç var. Bazıları “Hocam biz buraya ne ara geldik?” diye soran gözlerle kaçamak bakışlar atıyor birbirine! Daha hiç konuşmadılar! Biri, ki sanırım onda güya çaktırmadığı bir yükseklik korkusu var, ayaklanıp kafanın ucundan etrafa bakmaya niyetlendi. Yukarıdan çevresine bakınıp nerede olduğunu kestirecek ya uyanık! Bir iki kalktı, dolandı, esniyor gibi yaptı.…
inadına pıt!
İhtimal ki “arpası fazla gelmek” ifadesi, bu lafın anlamını bilmeyenleri bir anlığına duraksatıyor! “Nasıl yani?” diye düşündürtüyor: “Çok bira içen biri mi yani? Alkolik ya da sarhoş gezen mi?” veya “Bira göbeği olan bir kişi mi?” Süre doldu ve yanıt “e) hiçbiri”! Şimdi de gelelim “yeme de yanında yat” bir besinimiz olan arpanın faydalarına: Çocukluğumda pek…
“Kimseye etmem şikayet”
Uzun uzun öttürülen bir tren düdüğünü bu kadar hüzünlü yapan şey nedir? Hele geceyi yarıyorsa o ses, hiç kağıt görmemiş bir kumaş makası ipeğe dalar gibi? Neden “en efkarlı sigarayı tüttürmenin vaktidir şimdi” dedirtir insana. Hem tekinsiz ve tehlikeli, hem de gürültücü ve kederli… Nedense hep içimi üşüten seslerdendir tren düdüğü… Keza vapur düdüğü de…
unutulmayanlar
Nasıl gencim o zamanlar… Hatta ne genci, bildiğin çocuğum. Deliler gibi aşık olduğumu sanıyorum… Aşık olmak ne demek bildiğimi sanıyorum… Aşık olmanın yaşamdaki en önemli duygu ve durum olduğunu sanıyorum. Hatta sanmıyorum, daha reşit bile değilim ya, hayata dair her şeyi avucumun içi gibi biliyorum (bildiğimi sanıyorum). Artık fotoğrafı nereden buluyorum, bu karara nasıl varıyorum…
“beni toz şeker ettin hayat!”
Nereden aklıma geldi, bilmiyorum. Adeta bir anda zihnimde belirdi. Geçmiş zaman, pek fazla detay hatırlayamıyorum. Yanılmıyorsam, sevgili Ayça Şen’in kitabında geçen bir hikayeydi: Ve korkarım gerçek bir hayat hikayesiydi. Kahramanın evladı bilmediğimiz bir nedenden dolayı intihar ediyor. Babası oğluna tek bir cümle ediyor: “Bir çocuğa sahip çıkamadın!” Zaten yıkılmış haldeki kahramanımız, babasının bu cümlesiyle iyice…
yaşamaya geldik, olmaya
Demir kanatlı dev kuşları uçurabildiği için mi? Koca koca binalar diktiği için mi? Soyunu doğanın sahibi sandığı için mi? Sebebini bilmem ama insan sanki neden dünyaya geldiğini hepten unuttu. Neredeyse diyeceğim, bir yarışın başlangıç noktasında başlıyoruz sanki hepimiz yaşantımıza… Oysa doğduğumuzda varlığımıza vesile olanlar var, nemli ve yorgun gözlerle karşımızda. Bırak yarışmayı, ayakta duracak halimiz…
“deprasyon” değil o!
Oldum olası, “normal”lerle “depresif”lerin ayrı gezegenlerde yaşadığından şüphelenip dururum ama geçen gün bundan tamamen emin oldum. Hikaye kısa ama anlamı pek derin: Elimde soğuk içeceğim, arka planda neşeli bir şarkıyla üç kişilik kanepeye beş kişilik yayılarak sokakta yürüyüşe çıkmışım da biraz hava alıyormuşum edasıyla sosyal medyada turluyorum. Bir de ne göreyim! Hayır bu gerçek olamaz!…
bugün bir yaşına girdik
Toplum öyle acayip bir canlı organizma ki bazen kendi içinden çıkanı bile bir başına bırakıp ona tüm doğru bildiklerini en baştan sorgulatabiliyor. O toplum deniz, parçası da bir damlaysa mesela, su değil yağ damlası muamelesi görebiliyor yavrusu olan birey. Ya da su denizi, zaman içinde yağ denizine dönüşebiliyor. Dev bir yosun çorbası oluyor veya kendi…
hunim tacımdır benim
Öyle garip bir devirde yaşıyoruz ki çoğunluğun durumuna bakınca kendime “normal” demeyi bunca senelik kişisel oluşum macerama hakaret sayarım. Hatta derim ki… Boşuna öğretmiş öğretmenlerim siyah önlüklü yıllarımda, hocalarım manzara karşısında… O güzel gözlü sevgililer boşuna sevmişler, terk etmişler, yine sevmişler, bu kez ben gitmişim filan da feşmekân… Boş yere okunmuş kitaplar, özümsenmemiş, sırta yük…
papatya gibisin
Güneşin ılık ışıkları toprağa vurur vurmaz gözlerini dünyaya ilk kez açmaya hazırlanan bir papatyanın gözünden görülebilir yaşam: Ayakların yumuşak toprağın içinde, yaprakların belinde… Beyaz taç yapraklarınla koskoca gerinerek ve küçük sarı ağzını utangaçça açarak gülümsüyorsun, kim bilir ne umutlarla doğan güne… Aynı hayata o papatya tohumlarını boş göbeğe serpen bahçıvanın gözünden… Bahçıvan sulamayı unuttuğunda üşenmeyerek…
hülyalı günler
Daha yeni karşılaştığım ama eminim başka bir hayatta yakından tanıştığım genç ve güzel kadına “Kırıl ama sakın ha yıkılma!” dedim geçen gün, durup dururken. Sonra da kendime şaştım. Çünkü aslında tavsiye veren bir insan değilim ben, en azından bildiğim kadarıyla değilim. Birilerinin rüyalarına sızıp nasihatleri sıralıyorsam ondan da haberim yok. Ama olabilir de tabii: Sonuçta…
yıldızlara uzanan merdiven
“Hayattaki en iyi dersleri, aç bir karın, boş bir cüzdan ve kırık bir kalp verir” demiş Robin Williams ve çok da iyi söylemiş. Üç beş bilindik kelimeyle öyle derin bir cümle kurmuş ki durup kulak verenin avuçlarına yaşamı anlamaya dair altın anahtarı bırakıvermiş. “Neden?” diye soramayız artık ona. “Neden böyle dedin?” “Tam olarak neyi kastetmiştin?”…
demir anne, pamuk anneanne
Bunları yazdığımı duymasın ama geçen gün en sevdiğim arkadaşlarımdan biri aradı: Nasıl kızgın, nasıl delirmiş sinirden, çizgi filmlerdeki gibi sevimli kahramanlar gibi burnundan duman, ağzından ateş çıkıyor adeta. Dudaklarının arasından kelimeler değil lav akıyor ve o kadar kızmış ki ben daha “ne oldu, hayırdır?” diye sorana kadar o olan biten her şeyi bir çırpıda anlatıyor. …
anne kurabiyesi kokulu odalar
Rahata ermeden ölen babaların çocukları huzursuz yaşıyor galiba. Sırtları koltuğa yaslanmadan oturuyorlar. En leziz tatlar bile olsa tabaklarında, alelacele yiyip, tadını almadan yutuyorlar. Yaşamı kırılmasından korktukları kıymetli bir emanet gibi parmak uçlarıyla tutarak yaşıyorlar adeta. Bir sıkı sıkıya sarılamadan ona içlerinden geldiği gibi, tenini hatta kemiklerini hissetmeden huzurla nefes alıp vermenin, gam lekesiz tek bir…
Blog güncellemeleri için kaydolun!