unutulmayanlar

Nasıl gencim o zamanlar… Hatta ne genci, bildiğin çocuğum. Deliler gibi aşık olduğumu sanıyorum… Aşık olmak ne demek bildiğimi sanıyorum… Aşık olmanın yaşamdaki en önemli duygu ve durum olduğunu sanıyorum. Hatta sanmıyorum, daha reşit bile değilim ya, hayata dair her şeyi avucumun içi gibi biliyorum (bildiğimi sanıyorum).

Artık fotoğrafı nereden buluyorum, bu karara nasıl varıyorum bilmiyorum ama kartpostal boyu bir portre fotoğrafımın arkasına fikrimi değiştirmemek için aceleyle el yazısıyla yazıyorum: “Seninle ölmek istiyorum!” diye. Neden böyle yazıyorum? Çünkü Ümit Yaşar Oğuzcan öyle yazmış. Peki şair burada ne demek istemiş? Bilmiyorum!

Peki “çıktığım” çocuk n’apıyor fotoğrafı alınca? Hafızamda pek net değil ama sanki biraz şaşırıyor. Oysa ben hiç çaktırmasam da eminim harika bir şey başardığıma! Tabii şimdiki aklım olsa böyle bir şeyi düşünmeyi, yazmayı, vermeyi bir yana bırak, verenden hatta düşünenden bile fersah fersah kaçarım! “Aklı olan uzaklaşsın” diye başkalarını da uyararak!

Şimdi yeniden baktım da o şiirden sadece son iki mısra kazınmış aklıma: “Nefes almak hüner değil. Seninle ölmek istiyorum…” Alev alev de bir şiirmiş halbuki… Daha ömrün en başındayken, sevmelerin sevişmelerin “s”sine bile yaklaşmamışken, bana “yaşamı geçtim, seninle ölmek istiyorum” dedirten ne vardı içimde, çıtkırıldım bir kör romantizmin ötesinde? 

Sanırım hayalperest bir sevda bonkörlüğü… Önünde uçsuz bucaksız uzanan koca bir ömür olduğunu bilmenin kolaycı nankörlüğü… Ve gençlerin yaşlandıkça azalarak bittiğini gördüğü hayali ölümsüzlük duygusu…

BİLDİĞİN APARTMAN ÇOCUĞU

Aşktı deli divane aşk! Bir kara sevda… Bir kara tren gibi ağır ağır karlı tarlaların arasından geçen! O zaman yanan kömürün kokusunu hayal meyal alıyorum hala! Oysa ne kara sevda bilmişim! Ne hayatımda bir kez olsun kara trene binmişim! Tarla desen, ne anlarım, bildiğin apartman çocuğu! Kar diyecek olsan, İstanbul’da kırk yılda bir yağarsa, ancak o zaman almışım, o da azıcık, eldivenli avcuma, sokak aralarında…

Ama aşktı çocuk aklıma sorsan! Hotel California dinleyip, dondurma yiyip, basketbol oynadığımız günler… Gerçekten yaşanmış anılar değil de çok sevilen bir filmde onlarca kez izlenmiş, tekrarlandıkça silikleşmiş kareler gibi şimdi hepsi! Güneşte unutulup solan fotoğraflar gibi, uzaklaştıkça yaşandığından şüpheye düşülen hatıralar…

AĞIR BİR İNKAR

Kaza haberini aldığımda ne fotoğraf geldi aklıma, ne kornetteki dondurma! Çığlık çığlığa içimi dolduran, ezen ve talihsiz zamanlamasıyla soluksuz bırakan koca bir inkar! Hiçbir katil kamyonun motosikletle yolunda giderken çarpıp yoldan çıkartamayacağı kadar kocaman, sağır eden ve ağır bir inkar! 

Düşündüm de… Bakma sen ne yazdığıma… Ne o mısrayı yazıp verdim ben ona… Ne o yıllar sonra zamansızca sonsuz uykusuna yattı. Ne adalet öbür dünyaya kaldı ve sevdiğinin eli bağrında! Bunların hiçbiri gerçekten olmadı, olamazdı!

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 257

unutulmayanlar” üzerine 0 görüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön