Azıcık kış güneşi buldum pervazda. Hiç durur muyum? Hemen çektim polar bir eşofman altıma, üstüne de iki kalın yün hırka. Battaniyeyi de kaptım, hop dakikalar içinde kuruldum güneşin karşısına…
Her gün güneş ışığı almak lazımmış diye duydum. Bunu söyleyen kişi, çıplak gözle güneşe bakıp ışıklarını içmemizi tavsiye etti. Hava üç dört derece, güneş de bu kadar nazlıyken mümkün tabii. Azıcık denedim, oldu sanırım, içerken üstüme dökmemişimdir umarım.
Şaka bir yana, mağara duvarlarına değil de gerçeğin gözlerine bakarmışım gibi bir aydınlanma geldi üstüme. Bir yaşıma daha girdim gibi bir duygu değil de aa bu da varmış, nasıl daha önce görmemişim gibi bir his. Yazın zaten güneşe bakmak akla gelmez, kışınsa bakacak güneş yok, ondan herhalde. Ya da doğayla, anla baş başa kalmayı, ona kulak kabartmayı hep ihmal etmekten…
Kar Birikintisi
Bahçe sandalyesinde ısıttığım kuytunun içine iyice yerleşip etrafıma bakındım. Geçen hafta yağan karın hala evlerin gölge yerlerine saklanan kirlenmiş, bıkkın kalıntılarına baktım. Onlar da eriyip gitmek istiyorlarmış da yorgun hayaletler gibi arkada kalmış gibiler.
Oralarda daha birkaç ay evvel ateş böceklerini sayıyorduk. Gelecekleri saati bekliyor, gelince çocuk gibi seviniyor ve çiçek perisi ordusu seyredermiş gibi derin bir aşkla onların danslarını seyrediyorduk. Aynı mekân nasıl da apayrı konukları ağırlıyor ayrı zamanlarda. Dün ışıl ışıl ateş böcekleri, bugün ailesini kaybetmiş hüzünlü göçmen kuşlar gibi kenarda bekleşen kar kütleleri…

Ateş Böcekleri
Yazın o dertsiz ve uzun uzun yaşanan akşamüstlerini özlediğim gibi ateş böceklerini de çok özlemişim meğer.
Düşündüm de ateş böceğiyle diğer uçan böcekler arasındaki fark, içlerindeki tutkuyu korlu tutan insanlar ve ihmal edip soğutanlar arasındaki fark gibi değil mi?
Hepimiz az ya da çok harlı bir ateşle doğmuyor muyuz göğüs kafesimizin içinde? Doğuştan gelen bir yetenek, bir tutku, anlamlandıramadığımız bir çağrı ya da istekle… O iç sesi işitip peşine düşersek mi açılıyor kanatlarımız alabildiğince? O zaman mı parlıyoruz ve geceyi aydınlatıyoruz ateş böcekleri gibi? O da bir böcek ama hiç de sıradan değil, adeta sihirli…
Acaba mutlu bir ruha ve bizi tatmin eden bir yaşama giden yol, göğsümüzde hissettiğimiz bu ısı ve ışık kaynağından mı geçiyor? İçimizdeki o eşsiz sıcaklığı keşfetmekle ve onu büyütmekle mi oluyor?
Galiba o ateş tohumunu bulup beslemek, onu güçlenene kadar kem gözlerden koruyup büyütmek insan olma deneyiminin en hayati gereklerinden biri. Ve sanırım işin zor kısmı, kendimizi korunması gerekenlerin çirkefine bulaşmadan içimizi saf tutarak korumayı başarmak.
Bu zor bir iş ama çok istersek mümkün bence. Ve değer! Soru böcek mi ateş böceği mi olacaksın ise eğer… Onun cevabı da bizde! Hadi dostlar, karanlık geceler bizi bekler…
O kadar güzel betimlemişsiniz ki ateş böcüklerini gördüm diyebilirim. Bu hikayede ben çekirgeyim, ışık görürsem umutlanır gelirim. Sabahta hava aydınlayınca evime dönerim. 😊
Hoş geldiniz Bay Çekirge, sefalar getirdiniz 🙂
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Bahçe hepimize yeter, iş ki görecek gönül olsun bizlerde.
Ates bocekleri hep huzur vermistir bana, senin yazdiklarin da su an karlar altindayken gunesi aramaya tesvik etti beni👍👍
Ne mutlu ki bugün güneşli burası.
Kedi mutlu, “güneş var, mama da var. Onu lüpletip güneşlenebilirim” dediğine yemin edebilirim.
Güneş tarih boyunca tapınanların ya da ondan umut bulanların neredeyse yegane nesnesi. Belki aydınlığı cezbediyordu belki sıcaklığı, bilemem. Peki ya Ay? Sadece Güneş’in aydınlığını yansıtmasına rağmen daha çok şiirlere, şarkılara, hikayelere konu olması nedendir? Neden Güneş tepede iken çıkmaz ateş böcekleri de Ay’ın gökyüzünde olduğu dakikaları ve saatleri beklerler görünmek için? Yoksa o değeri asıl hak eden Ay mıdır? “Ay’a benzer yüreğim, ee doğal olarak takipteyim” diyen şairin dizelerindeki gibi Ay’a benzediğimiz için mi Güneş’i takip ediyoruz, yoksa takip eden Ay’ı taklit ettiğimiz için mi Güneş’in yolunu bekliyoruz? Güneş midir günümüzü ve gecemizi şenlendiren yoksa Güneş’i tamamlayan Ay, deniz, orman, ateş böceği ve çekirge midir gerçek başroller? Her şey Güneş’in etrafında mı şekilleniyor yoksa asıl kahraman sadece “Kış” mıdır? Peki ya hepsi varlığı ile hikayeye katkı sağlıyorsa? Peki ya hepsi bir olabildikleri için hikayeler masallaşıyorsa? O zaman Kış’ın hakkını vermeden Güneş’in hakkını verebilir miyiz? Güneş’in yokluğunu sadece ateş böcekleri ile kapatabilir miyiz? Belki o zaman bizi bekleyen sadece karanlık geceler değildir, ne dersiniz?
Hoş geldiniz, yorumunuz için teşekkür ederim.
Bizi bekleyen sadece karanlık geceler değil şüphesiz, olmasın da zaten, yazıda kastedilen o değil.
Karanlık geceler sıradan böcekler değil de ateş böcekleri olduğumuzu fark edebilmemiz için gerekli. Böylece içimizdeki ateşi canlı tutabilir ve güneşin, ayın, yaşamın tadını layıkıyla çıkarabiliriz.
İçimizde ateş mi var yoksa Ay gibi Güneş’in ateşini mi yansıtıyoruz? Cevabı bizde olan soru: ateş böceği miyiz yoksa Taklitçi Ay mıyız? Taklitçi Ay olsak bu kötü bir şey midir? Onca yazılan şarkılar, şiirler, onca romantik hikayelerin vazgeçilmezi olmayı hak etmiyor muyuz Ay olunca? Yoksa içimizdeki ateşin gerçek veya yapay olması bir şey değiştirmiyor mu? Yapay ateş de canlı kalabilir mi? Ay olmadan Güneş’in, ateş olmadan yaşamın tadını layıkıyla çıkarılabilir mi?
Güzel sorular 🙂
Bana soracak olursanız içimizde evren cevherinin ateşi var ama hepimize görünmüyor ve bazen de el yakıyor.
Ay taklitçi değil, aldığı ve yansıttığı ilham. Bunu yaparak sadece yetenekle değil çok çalışarak da bir şeyler başarılabileceğini bize öğretiyor.
Yapay ateş canlı kalabilir ama asıl soru ondan ne fayda geleceği. Kendi adıma çok çok gerekmedikçe doğal ve sahi olandan yanayım.
Bilmem aklınızdakilere cevap mı verdim yoksa yeni sorular mı uyandı zihninizde?
İyilikle,
Elimizi yakanı bulduk, peki ya gönlümüzü yakan korlar? Peki ya gururumuzu haşlayan azarlar? Peki ya beynimizi kaynatan çarpıklıklar? Peki ya gözümüzü ısıtmayan samimiyetsizlikler? Peki ya ateşimizi yükselten oynaklıklar? Peki ya fokurdayan heyecanlar? Peki ya buharlaşan gerçekler? Peki ya kazan dibindeki karalar? Onları da bulacak mıyız?
Onlar bizi buluyor zaten biz aramadan; belki bize düşen hazmetmek ve herşeye rağmen doğru bildiğimiz yolda gitmek…