yaşamaya geldik, olmaya

Demir kanatlı dev kuşları uçurabildiği için mi? Koca koca binalar diktiği için mi? Soyunu doğanın sahibi sandığı için mi? Sebebini bilmem ama insan sanki neden dünyaya geldiğini hepten unuttu. Neredeyse diyeceğim, bir yarışın başlangıç noktasında başlıyoruz sanki hepimiz yaşantımıza… 

Oysa doğduğumuzda varlığımıza vesile olanlar var, nemli ve yorgun gözlerle karşımızda. Bırak yarışmayı, ayakta duracak halimiz yok! Ayakta durmayı koy bir kenara, gözlerimizi açacak halde değiliz. Zaten göz nedir, ne işe yarar ki hiç duymamışız, bilemeyiz…

Sanki daha beşikteyken üstümüzde forma, ayağımızda spor ayakkabı, tribünlerde coşkulu seyirciler ve çığlık çığlığa tezahürat, hadiii düdük çaldı veee! Sakin anam babam… Yavaş… Siga siga bu yaşama işleri… Piyano piyano…

HAYAT NEDİR NE DEĞİLDİR?

Tamam düzen öyle bir düzen ki kıran kırana rekabet var. Tamam hayatta kalma savaşı zorlu! Hele “doğru” yerde doğacak kadar şanslı değilsen. Hele erkek değilsen. Hele aileden zengin değilsen falan da filan.

Ama hayatta kalmak için önce biraz da hayat nedir ne değildir anlamak lazım, değil mi? Üstelik belki berikinin elde etmek için saçını süpürge ettikleri senin için o kadar da önemli değildir? Misal o arabası olsun, daha çok beygirlisi olsun diye uğraşır durur sabah akşam… Ama sen işe gemiyle gidip gelmeyi, yolda denizi seyrederken bir taraftan da kitap okuyup altını çizmeyi seversin. O zaman arabaya da ihtiyacın yok, ona sahip olmak için deliler gibi çalışmaya da öyle değil mi?

Sanırım, geriye dönüp hayatımıza ve yaptıklarımıza bakarken de bu yanılgıya kapılıyoruz çoğumuz. Kaç kilometre yol yürüdüğümüzü hesaplıyoruz mesela. Ancak kaçımız geldiğimizde yürümeyi bile bilmediğimizi anımsıyoruz: Ve o minik ayakların tombul bacaklarla el birliği içinde… Kelimenin tam anlamıyla düşe kalka, kafayı gözü yara yara… En sonunda özgürlüğün ilk adımını atışına gereken önemi veriyoruz. Oysa yürümek en büyük sınavlarından ve zaferlerinden biridir insan evladının. Yürünen her mesafeye yürümek için sarf edilen emeği de eklemek şarttır o yüzden.

Diyeceğim, biz tam gelmedik buraya, olmaya geldik! Bizim potansiyelimiz vardı geldiğimizde sadece, bilgi, beceri ve erdemimiz değil! Düşün ki bir elma çekirdeği ya da çiçek tohumuyduk olma ruhu üflenmiş… Elbet bir gün büyüyüp bereketli tarlalara ve görkemli ormanlara dönüşmek içine içine ilham verilmiş…

BİZ TAM GELMEDİK BURAYA

Elbette sabırsızlanıyoruz bazen. Olan evladımızsa da kendimizi var ediyorsak da. Ama toprağını havalandırıp beslemekten, suyuna veya güneşine dikkat etmekten, rüzgardan ve kargalardan korumaktan başka ne gelir elimizden? Hem ne işe yarar başında sabah akşam oturup “ol, büyü, şimdi, hemen” diye telkin etsek yavrucuğa? Tabii ya, ben niye bunu düşünemedim diye elini mi hızlandırır? Yoksa küsüp kendinden şüpheye mi düşer?

Ve kendimize ve becerip beceremediklerimize bakıyorsak alıcı gözlerle… Ve aynada karşılaştığımız gözlerimizde anlayıştan eser bile yoksa! Başladığımız yeri de yürürken bacaklarımıza dolanan dikenleri de hatırlama vakti çoktan gelmiş demektir. Yalnızken ve sessizken sevgiyle hatırla: Biz tam gelmedik buraya!

yaşamaya geldik, olmaya” üzerine 0 görüş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: