Başımda üç beş tane beyaz saç var. Bazıları “Hocam biz buraya ne ara geldik?” diye soran gözlerle kaçamak bakışlar atıyor birbirine! Daha hiç konuşmadılar! Biri, ki sanırım onda güya çaktırmadığı bir yükseklik korkusu var, ayaklanıp kafanın ucundan etrafa bakmaya niyetlendi. Yukarıdan çevresine bakınıp nerede olduğunu kestirecek ya uyanık! Bir iki kalktı, dolandı, esniyor gibi yaptı. Durdu, yürüdü, sonra yürüme çemberini büyüttü. Ama yok, şimdilik gözü kesmedi, aşağıya ilk kim bakacak diye beklemeye geçti!
Başımın üstünde yeri olanlardan bir diğeri, rüyalara giren ak sakallı dedelere benziyor. Asalı masalı, beyaz Şile bezi gömlekli, şalvarlı… Ağaca benzeyen bir saç kökü bulmuş, onun gölgesinde oturmuş, sakin sakin heybesinden çıkardıklarını yerken etrafını seyrediyor, ne anlıyorsa uçsuz bucaksız saç derisinden.
Saçımdaki bir diğer konuk olan erken olgunlaşmış küçük kız halim, ilk geldiğinde biraz huzursuzlandı doğal olarak. Anlayamadı burası neresi, nereden, nasıl geldi… Sonra anladı ki burada ona zarar verecek biri ya da bir şey yok, rahatladı. Minik bir sesle şarkılar mırıldanarak etrafı keşfediyor. Arada neşeyle zıpladıkça, kloş eteği de ona şevkle eşlik ederek havalanıp dans ediyor.

Tabii, unutmak olmaz: Bir köşede Red Kit ve Düldül, yayılmışlar samanlara, ağızlarda birer sigara, sağlık sansürleri gelmemiş çünkü daha. Birer ayak havada, kayıtsızca ve korkusuzca bir sonraki maceranın başlamasını bekliyorlar. Ve dinleniyorlar. Dinlenmek herkese lazım.
Başkaları da var, bayağı kalabalıklar. Hepsi birer karıncadan da ufaklar. Ve benden başka kimsenin gözüne görünmüyorlar. Hiçbirine dokunmuyorum. Kolay mı toplamışım onları. Orada ne çok kan, ter, göz yaşı, kahkaha ve sevinç çığlığı saklı!
Ben en çok Ay Kadını seviyorum aralarından, en çok ona yakın hissediyorum. Soğuk görünüyor, yaydığı gümüş ışıkların içinde ama elleri sıcacık. Onun yeni gelenlere kol kanat germesini seviyorum. Hata yapanlara kızmadan tek bakışla yol göstermesini seviyorum. Galiba en çok da bir bütün olarak hepsine, herkese sahip çıkmasını takdir ediyorum.
“Bunlar anılar” der gibi. “Dersler bunlar.” “Eğri büğrü birer beyaz saç teli değiliz biz sadece. Bu saçlar geçmişten, gelecekten, bildiklerimizden, dahası Ay’dıklarımızdan armağanlar. Aydınlanmanın işaretleri onlar…” Diye tane tane anlatıyor sanki…
Sanırım anlıyorum. Bazen, arada, durup onları seyrediyorum saatlerce. Kısacık hikayelerini dinliyorum ya da şarkılarını; filmlerini izleyip yaşadığımı bile çoktan unuttuklarımı kâh gülümseyerek kâh hüzünlenerek yad ediyorum.
Dedim ya en çok Ay Kadını seviyorum. Ona bakınca kendimi görüyorum sanki… Ve tüm aydınlanmalar için Ay’a şükrediyorum. Beyaz saçlar, yara bereler, ruhtaki çizikler kertenkelenin kayıp kuyruğu gibi yenilenir mi diye sorasım geliyor kendime. Simurg ve külleri geliyor aklıma… Yenilenerek yeni bir bilinçle başlamak mümkün mü bir sonraki güne… Sonra düşünüyorum da bu gerekli mi zaten yaşamışsan yaşayacağını, almışsan bilmen gereken dersi…
Uykum aniden bitiyor, daha doğrusu saat onu insafsızca bitiriyor. Renksiz gerçeğe uyanıyorum. Beyaz saçlar, hikayedeki aniden donan oyuncaklar gibi cansızlaşıyor zihnimde ve tepemde. İnsanlarla mesai başlıyor…
merhabalar değerli yazar ( :
bir süredir bloğunuzuna uğrayamıyordum, az önce çaldım kapınızı yine.
ne kadar içten bir yazı olmuş.
dediğiniz gibi başımızın üstünde yeri olan o ay saçlar kolay toplanmıyor. orada ne çok kan, ter, göz yaşı, kahkaha ve sevinç çığlığı saklı değil mi?
ay kadın’a da benden selam olsun..
sağlıkla, neşeyle, huzurla kalın..
Merhabalar sevgili Ohen,
çok sevindim uğramanıza…
Ay Kadın’ın da selamları var, “söyle de daha sık gelsin, bu kadar özletmesin” diyor.
Malum, elçiye zeval olmazmış.
İyilikle,
teşekkür ederim çok sağolun. benden de sizlere selamlar sevgiler. daha sık uğramaya çalışacağım değerli yazar..
şimdilik hoşça kalın..
Değerli yazı dostu, bekleyeceğim…
İyilikle,