İhtimal ki “arpası fazla gelmek” ifadesi, bu lafın anlamını bilmeyenleri bir anlığına duraksatıyor! “Nasıl yani?” diye düşündürtüyor: “Çok bira içen biri mi yani? Alkolik ya da sarhoş gezen mi?” veya “Bira göbeği olan bir kişi mi?” Süre doldu ve yanıt “e) hiçbiri”! Şimdi de gelelim “yeme de yanında yat” bir besinimiz olan arpanın faydalarına:
Çocukluğumda pek sevimsiz bulduğum gel gör ki ara ara duyduğum bir ifade vardı: “Bunun arpası fazla geliyor galiba!” Genellikle kaş göz ifadeleri eşliğinde ve kinayeli bir tonla söylenen bu cümleyi ilk duyduğum zamanı hatırlıyorum: “Arpa? Ot? Mera? Yoksa çiftlik mi var yakında? Kuzu da var mıdır, sevdirirler mi?”
Meğer “uslu” olmayan, ele avuca sığmayan, coşan ya da “azan”, kendinden geçen ya da “kuduran” çocuklara söylenen bir sözmüş. Övgü değil tabii, yergi! Hatta ağırından!

Bana kalsa, çocuğun hası dediğin zaten “azan” modeli değil mi biraz da?
Çocukta aşırı hareketlilik, dürtü veya ne bileyim duygu durum bozukluğu falan yoksa çocuğun biraz fazla hareketli olması normal kabul edilemez mi? Pilli bebek değil ki bu, pilini çıkar da bitmesin. Boyası çizilmeden, demiri eskimeden kenarda beklesin. Ya da sesini kıs da kafanı daha az şişirsin!
Senden de gelse senden bağımsız bir minyatür insan karşındaki, ne gerek var şimdi çocuğu somyanın tellerini gevşetti diye hayvana benzetmeye?
Neyse şaka bir yana, bence çocukluktaki “arpası fazla gelen” sendromunun bir benzeri de yetişkinlikteki “duygusu fazla gelen” sendromu!
Çünkü yetişkinlik dediğin bayağı bir mertebeden sonra varılan yüce bir duygu kontrolü makamı! Anne terliğinden öğretmen cetveline, ihtarnamesinden seçme sınavına adım adım “terbiye edildiğin”…
Sonra işe alım kuyruklarında, üstün liyakatli patronların yanında, bol efendim beklentili, terfi dertli, takdirsiz, bol yalakalı yıllarda “hayatın gerçeklerini öğrendiğin” …
Sistemle ilişkilerinde “nasıl davranılacağını gösterildiğin” …
Komşundan iş arkadaşına, uzak tanıdığından market elemanına ters bakışlar, gıybet ve bıyık altı gülüşlerle katmerlenen…
Yani hala da inceden inceye süren bir “hale yola girme” eylemi! Ya da “hale yola getirilme” aslında!
Sosyalleşme dediğimiz ehlileştirme midir? Kişiliksizleştirme mi? Toplumsal uzlaşma mı getirir? Bireysel bir eksiltilme mi? O da başka bir yazarak düşünme seansımızın konusu olsun, olmaz mı? Günler çuvala girmedi ya!
Neyse yetişkinlik yaşına kadar logara düşmeden, kafasına cam inmeden ya da iş kamyonu altında ezilmeden varmayı şans eseri başaran… Ve tüm bitmeyen o krizi, bu krizine rağmen aklının bir kısmı hala başında olan herkes… Artık duygular konusundaki derslerinin çoğunu vermiştir!
Yere, konuma ve cinsiyete göre nerede ağlanır ya da ağlanmaz mesela! Bu, şüphesiz en hayati derslerden biridir! Öyle şakur şukur ağlanmaz olur olmaz yerde çünkü! Hiç ağlanır mı! O gözyaşları tek tek eğitilir ve hepsine “pıt” olma yasağı getirilir! “Neymiş: Pıt yok! Tıp var! Bir ‘ki üç tıp!”
Şimdi ben diyorum ki bu “duygusu fazla gelen” sendromu bilimsel olarak tespit edilsin… Ona afili bir isim verilsin, tercihen Latince… Hatta bu durumdan “mağdur” olanlara, mağdur değillerse de maruz kaldıkları davranışlar yoluyla mağdur olmamaları fitil fitil burunlarından getirilenlere, pozitif ayrımcılık yapılsın!
O zaman ne diyelim hep bir ağızdan: Çocuklara dokunmayın! Duygulara bulaşmayın!
İnadına PIT!