Bu aralar boyalara kaptırdım kendimi, hem de ne kaptırmak! Bir aşçının taze meyve sebzeler içinde kendini kaybetmesi gibi ya da şarap imalatçısının asma bahçelerinde, ben de boyalar arasında zamandan kopuyorum adeta.
Oysa kısa süren soyut resim denemelerim dışında renkler, boyalar ilgimi çekmedi pek şimdiye dek. Biliyorum ki her şey bu eve taşınmakla başladı: Olanı daha iyi yapmak, onun da ötesinde “benim” yapmak çabası boyalara yöneltti beni…
Hala yaşayacak ömrü olanı yok etmek yerine iyileştirmeyi denemek fikrinin peşinde dolanırken, renkler dünyasının hiç bilmediğim derinlikleriyle tanıştım. Renkler, tonlar, ışık ve gölgeler, tezatlar veya uyumlu kombinasyonlar derken tavşan deliğinin içine düşüp gökkuşağında uyanıverdim.
Renklerin ve boyaların en sevdiğim özelliği, dönüştürücü güçleri. Hayret, bunu nasıl daha önce fark etmemişim? Tamam, renklerin sıcağı var, soğuğu var. Açığı var koyusu var. Uyumlusu var uyumsuzu var. Ama bir de bağlamsallığı varmış meğer! Kendine ait dillerinin, adeta sembolik özelliklerinin ötesinde çağla, güneşle, insanla aralarında hiç kulak vermediğim bağlar varmış.
Bu zenginliklerine bir de hayran kaldığım saniyeler içinde dönüştürebilme özelliğini katınca yuvarlanıverdim işte renkler vadisinin içine. Anlayacağın ben yoldan gönüllü çıktım, pişman değilim.
O gün bugün sandalye, çit, duvar, kapı baca, önüme geleni boyuyorum. Sezon indiriminde tasarım markaların peşinde depar atan moda meraklıları misali boya indirimlerinin peşinde koşuyorum: “Mat ama yüzde yetmiş indirimde, o zaman koy sepete.” “Küçük kutu, yavru ağzı, üstelik saten kap kap kap, düşünme bile!”
Dedim ya renklerin olanı yenileme, gençleştirme, güçlendirme ve temizleme gibi zor bulunur güçleri var. Üstüne onların birbirine benzemez kişiliklerini de ekleyince düşünmeden edemedim geçen gün: Acaba insanları boyayabilen boyalarımız olsaydı, ne olurdu?
Sarı, siyah, beyaz vb ırktan gelenlerin hepsini aynı renge boyasaydık gündüzden geceye… Ara tonları da kaldırsaydık ortadan… Genci yaşlısı, kadını erkeği herkes aynı renk, aynı ten… Ne olurdu o zaman, çok merak ediyorum.
Irkçılık denen yürekte saplı bıçak kalkar mıydı ortadan?
İnsanlar çocuklarına diğer insanları tenlerinin rengine göre değil nasıl insan olduklarına göre değerlendirmelerini öğretir miydi?
Derisi eskiden sarı, siyah, kahverengi olanlar bu dünyada kendilerine de yer olduğunu hatırlayıp daha insanca hayatlar yaşar mıydı?
Yoksa bu sefer de onun çekik gözü, diğerinin uzun kolu, basık alnı gibi başka fiziksel özellikler mi ayrıştırmanın yeni araçları olarak ortaya çıkardı? Daha üstün olduğuna inanmadan yaşayamayanlar illa bulur muydu kendi gibi olmayanlara dünyayı dar etmenin bir yolunu?
Bu sorulara vereceğim cevaplar beyaz değil maalesef: Kar beyazı, inci beyazı, kır evi veya kuğu beyazı değil! Bu hakikat nedeniyle belki de, insanlar görmeden, gördükleriyle ilgilenmeden, birer renk körü gibi geçiriyor bu dünyadaki sınırlı zamanlarını.
Ah bir fırçam olsaydı, bir dipsiz iyilik boyam. Zihinleri henüz kirlenmemiş küçük çocukların eline de birer mini boya ve fırça verseydim. Eros’un sihirli aşk okları gibi biz de sihirli iyilik beyazı fırçalarla nişan alsaydık kalplere.
Geç mi? Güç mü? Mümkün mü?
Hayatın sadece acı gerçeklerden ibaret olduğuna inansaydık, insana özgü sihre hiç yer kalmadığından emin olsaydık yaşamakta anlam aramak için elimizi olsun oynatır mıydık?
Yıldız Tozuvar çok ilginç bir yazar. Boya yapan kadından, tarih öncesi, renklerin insan doğasına etkileri üzerine tezler gibi bir okumaya taşıyor insanı.
Van Gogh bir mektubun da renk kendi başına birseyler anlatır derken sanki Yıldız Tozuvar cevap veriyor ona renklerin baglamsalligi var diye.
Bununla kalsa iyi Yıldız Tozuvar, ünlü sanat eleştirmeni Charles Blanc la da yolları kesisiyor, Blanc resimde rengin esas olmasına rağmen, yerinin kompozisyon, ışık gölgesi, çizimi biçimsel özelliklerinin arkasında olduğunu söyler. Yıldız Tozuvar da tüm insanlığın aynı renge boyamanin bir çözüm olmadığını, gerçek sorunun renk olmadığını farklı bir dille anlatiyor.
Her zaman ki duru, içten ve derin anlatımıyla.🙏👏👏👏
Merhaba, zarif, entellektüel bağlar örmüşsünüz yine fikirlerinizle. İnce görmüşsünüz, güzel demişsiniz, sağolun. Aklınıza, bilginize sağlık 🙂
selamlar değerli yazar ( :
renkler üzerinden ne güzel bir dünya tasvir etmişsiniz. renklerin büyülü etkisi olduğuna ben de inanırım hep. benim de resim yeteneğim olsaydı ne iyi olurdu. sizin kadar olmasa da dünyayı daha güzel daha yaşanılabilir kılabilirdim belki de boyalarım fırçamla. renkleri de insanları da birbirinden ayırmamak gerek.
“Ah bir fırçam olsaydı, bir dipsiz iyilik boyam. Zihinleri henüz kirlenmemiş küçük çocukların eline de birer mini boya ve fırça verseydim. Eros’un sihirli aşk okları gibi biz de sihirli iyilik beyazı fırçalarla nişan alsaydık kalplere”
şu sözünüzün gerçekleşmesi için neler vermezdim. her şeye rağmen umudumuzu kaybetmeyelim kıymetli yazar. belki bir gün… neden olmasın. ( :
kaleminize, yüreğinize, ruhunuza sağlık..
size kocaman selamlar gönderiyorum ( :
Hepimize gökten düşsün renkli, güzel günler. Kocaman selamlar, sevgiler