Coğrafya dersinde yanımdakiyle konuşmak yerine tahtada anlatılanı dinleyen ineklerden olduğum için zaman dilimlerinden ve iklim kuşaklarından uzun zamandır haberdarım. Ama bu gece ilk kez, tüm gezegen halkı aynı anda uykuya dalsa nasıl olurdu diye içimden geçirdim. Hepimiz aynı ısıda ve aynı zamanda buluşsaydık bu gece… Her birimiz rahat ettiğimiz bir yatakta kıvrılıp çocuklar için yapılan uyku meditasyonlarına benzer bir yayın dinleseydik.
Öyle gümbür gümbür hoparlörden filan değil tabii. İçimize doğmuş da aynı anda aynı radyo kanalını açıvermişiz hepimiz gibi. Kısık bir sesle konuşan, yumuşak sesli bir kadının kelimeleri gelseydi kulağımıza. Önce hepimize “burnundan nefes al” deseydi. Alsaydık. “Tut” deseydi. Tutsaydık. “Şimdi yavaşça bırak” deseydi. Üçüncü bırakışımızda tüm dertlerimizi de nefesimizle birlikte çıkarıp içimizden, aniden esen yele bıraksaydık.

İçimize doğsaydı
Yumuşak sesli kadını dinlerken içimize doğsaydı, ona güvenebileceğimizi anlasaydık. Kadın bize rengarenk hayallerden yapılma evrenler anlatırken, her rengin ayrı bir güzelliği olduğunu hatırlasaydık. Onun ağzından çıkan, kedi ve köpeklerle konuşan ufak çocukların hikayelerine kulak kesilirken daha sade ve içten dostlukların tadını anımsasaydık. Her yeni hayalle iyiye dair ihtimallerin varlığına biraz daha inansaydık.
Onu can kulağıyla dinledikçe üçüncü gözümüz açılırmış gibi bir farkındalıkla parçası olduğumuz dünün, yarının ve azalan anın… Parçası olduğumuz zamanın, mekanın ve koca insanlığın… Üzerinde yattığımız yatak gibi bizi sevgiyle sardığına tanık olsaydık.
Bir ağaç gibi köklenseydik bereketli toprağın derinliklerine doğru… Bir kuş sürüsü gibi yükselseydik akpak göğün tepelerine doğru… Ve o zaman içimizi ısıtsaydı içimize akan ve yüreğimizden yayılan sevgi…
Bence’ler, sence’ler
Bence’ler, sence’ler uçup gitseydi zihinlerden… Rütbeler, mertebeler hiç olmamışçasına yok olsaydı. Para icat edilmemiş, şifalı bitkilerin sırları heba olup gitmemiş bir zamana dönseydik hep birlikte. Öyle bir zaman ki bırak interneti, cep telefonunu, televizyon bile icat edilmemiş, geceleri soba karşısında birbirine sokulup mandalina bölüşmenin modası hiç geçmemiş!
Hani bazı dertlerden uykuya sığınır ya insan… Hani bazı uykulardan şifalanmış olarak uyanır ya! Biz de öyle olsaydık. Kurmaya çalışırken elimize yüzümüze bulaştırdığımız düzenin kabusundan şefkatin sesini işiterek uyansaydık….
Başlayalım mı hazırsan: Nefes al…
Yazmak kesmedi bir de okuyayım dediniz sanırım. Yeni maceranız hayırlı olsun. Öncesi var mı bilmiyorum ama ilk kez denemiş olduğunuzu düşürerek söylüyorum: başarılı. İnsanın en yabancı olduğu ses, kendi sesiymiş. Sesinizi tanıdıkça çıtanın daha da yükseleceğini düşünüyorum.
En az on yıl var ki blogdaki yazıları seslendireyim diyorum. Ne kadar içten istiyorsam artık, on yıl oldu icraat yok. :))
Gülümsettiniz beni sabah sabah 🙂 Mutluluklarınız bol olsun.
Okuyamayanlar dinleyebilsin istedim.
Ama ses çok başka bir şey… Söz çok başka… Bakalım, arkası gelir mi?