Bu dünyaya bir şifacı lazım. Otlar mı toplayıp karar, buğular mı tüttürür dağların boyu kadar… Önce yüzünü mü boyar, rüyaya mı yatar… Yoksa diğer şifacı kız ve erkek kardeşlerine ortak eylem mesajı mı atar, artık orasını bilemiyorum… Ama bize bir şifacı lazım. Hem de acil tarafından!
Bize bir bahçıvan lazım bir de. Yaktığımız, üstüne olur olmaz yapılar diktiğimiz, koruyamadığımız, değerini bilemediğimiz ormanın, çayırın, yaprağın ve çiçeğin gönlünü alacak biri. Kökünü kuruttuklarımızın yeniden hevesle bahara kavuşmasına önayak olacak bir toprak doktoru.
Kuruyan ırmakları yeniden şırıl şırıl akıtacak… Kirlettiğimiz suları bakir yeraltı sularıyla yıkayıp paklayacak. Hayatı, doğanın her hücresine sızmasına izin verdiğimiz plastik denen saatli bombadan arındırabilecek biri…
En az bir kişi de öldürdüğümüz ve küstürdüğümüz hayvancıklar için gerekli. Böceğinden dişlerini söktüğümüz koca koca fillere, hepsi için… Zevk için avladığımız, etinden sütünden faydalanıp yediğimiz içtiğimiz, işkence ettiğimiz, dahası kökten yok ettiğimiz… Dilinden anlayamadığımız, canını umursamadığımız hayvancıkları iyi edebilecek, onlara yaptıklarımızla altüst ettiğimiz dengeyi düzeltebilecek birileri gerek. Böyle bir şey gerçekten de mümkünmüş gibi…
Bize bir tane de anne lazım. Asıl lazım olanı, vicdanı, diğerkâmlığı, sevgiyi ve var olmanın anlamını ne zaman ve nasıl unuttuğumuzu anlatacak bir anne… Bunları anlattıktan sonra evlatları olan bizler için hayal ettiği daha güzel dünyayı hatırlatacak bir anne. O hayalin tohumlarını sıcacık eliyle avuçlarımıza emanet edecek ve “bir kez daha dene, bu sefer becereceksin” diye bizleri yüreklendirecek bir anne yüreği…

Daha güzel
Daha güzel bir dünyada yaşamak ve iyi birer ömür sürmek için lazım tüm bunlar. Hepimiz için güzel bir dünya, hepimiz için iyi bir ömür… Bunların hepsi bize verilen beyni ve yüreği iyiliğe kullanmadığımız, sorumluluklarımızı arzularımızın yarısı kadar umursamadığımız, vicdanımızla empati yeteneğimizi çoktan rafa kaldırdığımız için lazım.
İçimizden geçenlerin etrafımızda olan bitenleri şekillendirme gücünü yeniden teslim almamız lazım. Akan suyun ve esen rüzgârın yürümeye kararlı ayaklarımızı durdurmaya yetmeyeceğini anımsamamız lazım. Ayaklarımızdaki gücün sadece kaslarımızdan, kemiklerimizden ve enerjimizden gelmediğini, yüreğimizin kararlılığının kudretinin önemini ta yüreğimizde hissetmemiz lazım.
Bir koca öğrenilmiş çaresizlik gibi yaşıyoruz hayatı bazen. Parçası olduğumuz düzenin, toplumun, sistemin pasif birer seyircisiymişiz gibi yaşayıp gidiyoruz. Etkisiz, yetkisiz ve pasif birer saman balyası yuvarlanıp gidiyor günlerimiz.
Merak ediyorum, John Lennon “Barışa bir şans ver” derken kaç nesilden kaç kişiye ilham vereceğini hesap etmiş miydi? Ya da Dr. Martin Luther King “Bir hayalim var” konuşmasını yaparken neler düşünüp neleri hedeflemişti… Florence Nightingale hemşire olayım şu kadar hayat kurtarırım diye mi hesap etmişti?
Sanmam, bence hepsi kendi çağrısı, kendi yeteneği neyse onu bulup inançla peşinden gitmiş yüreklerdi. Küçük başladı belki çabaları ama çığ gibi büyüdü…
Bizim de saf niyetlerden güç alan birer minik çiğ gibi başlayabilir çabalarımız.
Sokaktaki ağaç mı kuruyor, onun dibine döktüğümüz bir kova suyla girişebiliriz işe. Yavru kediler mi sızlanıyor açlıktan, önlerine koyduğumuz biraz sütle su onları hayatta tutabilir. Evladın sınıfında paltosu eski minikler mi var, üst kattaki komşuda ne zamandır kaynamayan tencereler mi, al sana sessizce yapılacak iyilik için fırsat. Genç ve tecrübesiz anneye kurduğumuz birkaç anlayışlı cümle, yaşlı amcaya verdiğimiz saygılı bir selam… Hepsi ve sayamadığım onlarcası bize hatırlatacak!
Daha ümit var! Çünkü dünya dönüyor hala; hepimiz için hep birlikte güzelleştirebileceğimiz bir dünya…
İnsanlar zoru başarıyor, zor olan kötü olmak. Bir filin dişini sökmek eylem ve güç gerektiriyor. Hayvanlara yerden taş alıp atmak gibi. İnsanlar, kötülük yapmaya yeltenecek gücü bulabiliyorlar. Artık çoğu şeye eylemsiz kalmak bile iyilik sayılabilir. Hele bu kadar kötülük yapan insan varken. Düşünsenize bir yaşlıya tebessüm etmek insanı yorabilir mi? Kötü olmak, gaddar olmak bir hastalıktır.
Kötü olmakla ilgili söylediklerinize katılıyorum, gaddarlık hastalık bence de.
Öte yandan iyi olmak da zor. Çünkü cesaret ve emek gerektiriyor.
insanoğlu kadar hayvansı hiçbir canlı yoktur ki yaşadığı alanı talana maruz bırakmasın. Her şeye çare bulmasına karşılık doyumsuzluğuna çare bulmaktan geri kalıyor. Bir türlü dünyaya yetemiyoruz.
Haklısınız korkarım.
Bazı insan elinin uzanabildiği her şeyi ve herkesi hor kullanma hakkını bulabiliyor kendinde.
Oysa iki kurt da içimizde, hangisini beslediğimiz bize kalmış.
Aslında dilediklerinin hepsi olmasa da çoğu var insan oğlunda, yeter ki hepimiz birey olarak üzerimize düşen “iyi insan olmak” görevini yapabilsek. İçimizdeki doğa ve hayvan sevgisini besleyebilsek keşke…..
Bence de var, hepimiz o cevherlerle doğuyoruz. Ah keşke…
Yazılarına eklediğin fotoğraflara bayılıyorum, onlar da konuşuyor!
Teşekkür ederim Hocam, ben de seviyorum onları. Bazen uyduğunu düşündüğüm müzikleri de ekliyorum yazılara…
Kaleminize sağlık çok harika bir içerik olmuş. Buraya uğramayı seviyorum.
Çok teşekkürler.
Her zaman beklerim, ayağınıza sağlık 🙂