Sorunlarımızın çoğu çözümünü bilmemekten değil çözümü hayata geçirmemekten kaynaklanıyor. Doğruya doğru, durum bu! Özellikle toplumlar için geçerli bir gerçek bu, bazı bireysel meseleler için de tabii. Neticede işin içine canlı girdi mi, hele de insan, konunun dallanıp budaklanması, çetrefilli salkım saçaklardan yıldızsız gecelere, ansızın kopan fırtınalardan yapış yapış sisli günlere dönüşmesi işten bile değil. Dönüşüyor […]
“deprasyon” değil o!
Oldum olası, “normal”lerle “depresif”lerin ayrı gezegenlerde yaşadığından şüphelenip dururum ama geçen gün bundan tamamen emin oldum. Hikaye kısa ama anlamı pek derin: Elimde soğuk içeceğim, arka planda neşeli bir şarkıyla üç kişilik kanepeye beş kişilik yayılarak sokakta yürüyüşe çıkmışım da biraz hava alıyormuşum edasıyla sosyal medyada turluyorum. Bir de ne göreyim! Hayır bu gerçek olamaz! […]
bugün bir yaşına girdik
Toplum öyle acayip bir canlı organizma ki bazen kendi içinden çıkanı bile bir başına bırakıp ona tüm doğru bildiklerini en baştan sorgulatabiliyor. O toplum deniz, parçası da bir damlaysa mesela, su değil yağ damlası muamelesi görebiliyor yavrusu olan birey. Ya da su denizi, zaman içinde yağ denizine dönüşebiliyor. Dev bir yosun çorbası oluyor veya kendi […]
hunim tacımdır benim
Öyle garip bir devirde yaşıyoruz ki çoğunluğun durumuna bakınca kendime “normal” demeyi bunca senelik kişisel oluşum macerama hakaret sayarım. Hatta derim ki… Boşuna öğretmiş öğretmenlerim siyah önlüklü yıllarımda, hocalarım manzara karşısında… O güzel gözlü sevgililer boşuna sevmişler, terk etmişler, yine sevmişler, bu kez ben gitmişim filan da feşmekân… Boş yere okunmuş kitaplar, özümsenmemiş, sırta yük […]
papatya gibisin
Güneşin ılık ışıkları toprağa vurur vurmaz gözlerini dünyaya ilk kez açmaya hazırlanan bir papatyanın gözünden görülebilir yaşam: Ayakların yumuşak toprağın içinde, yaprakların belinde… Beyaz taç yapraklarınla koskoca gerinerek ve küçük sarı ağzını utangaçça açarak gülümsüyorsun, kim bilir ne umutlarla doğan güne… Aynı hayata o papatya tohumlarını boş göbeğe serpen bahçıvanın gözünden… Bahçıvan sulamayı unuttuğunda üşenmeyerek […]
kulağımızdan aklımıza sızanlar
Doğruya doğru! İnsanın içini ısıtıyor ona dair olanın takdir edilmesi, beğenilip onaylanması… İlkokul öğretmeninin “Aferin, ne gayretli çocuksun” demesi mesela. Ya da babanın “Akıllı evladım” diye saçını okşaması… Annenin seninle gurur duyduğunu söylemesi… Hatta oğlunun “En güzel çukulatalı keki benim annem yapar” ya da kızının “benim babamın elleri daha büyüüük” diye gözlerini kocaman açarak böbürlenmesi… […]
hülyalı günler
Daha yeni karşılaştığım ama eminim başka bir hayatta yakından tanıştığım genç ve güzel kadına “Kırıl ama sakın ha yıkılma!” dedim geçen gün, durup dururken. Sonra da kendime şaştım. Çünkü aslında tavsiye veren bir insan değilim ben, en azından bildiğim kadarıyla değilim. Birilerinin rüyalarına sızıp nasihatleri sıralıyorsam ondan da haberim yok. Ama olabilir de tabii: Sonuçta […]
güç nedir bilir misin?
Birçok insanın kolaylıkla birbirine karıştırdığına inandığım bazı kavramlar var. Bunlar aslında kavram da değil de sıklıkla başkalarını tanımlamak için kullanılan sıfatlar ve yerli yersiz yapılan teşhisler… Misal birçok kişi zarif, ince ya da nazik olmayı zayıf olmakla eşanlamlı olarak görebiliyor. Mesela o anki hislerini yutmaya çalışmak yerine göz yaşlarını özgürce akıtabilmeyi zayıflık addedebiliyor. İyi niyetli […]
duvarlarla süngerlerin hikayesi
İnsanlar kendi aralarında ikiye ayrılır: Duvarlar ve süngerler. Duvarlar ya da diğer adıyla yüreğini her daim derin sulardan da serin tutanlar. Ve süngerler yani buluttan nem kapangiller. Duvarların da süngerlerin de kendi içlerinde alt grupları vardır. Tahta duvarlar, alçıpanlar ve mermer kaplı duvarlar gibi… Süngerler de renklerine, dayanıklılıklarına ve büyüklüklerine göre sınıflandırılır. Buluttan nem kapangiller […]
yıldızlara uzanan merdiven
“Hayattaki en iyi dersleri, aç bir karın, boş bir cüzdan ve kırık bir kalp verir” demiş Robin Williams ve çok da iyi söylemiş. Üç beş bilindik kelimeyle öyle derin bir cümle kurmuş ki durup kulak verenin avuçlarına yaşamı anlamaya dair altın anahtarı bırakıvermiş. “Neden?” diye soramayız artık ona. “Neden böyle dedin?” “Tam olarak neyi kastetmiştin?” […]