Dizlerini karnına çekerek evin güneş gören köşesine kıvrıl; yola devam etmekte kararsız bir fetüs ya da yalnızlığına düşkün yaşlı bir kedi gibi… Sakin hareketlerle bir avuç dolusu adaçayını tutuştur, şeytanı sustur, verme ateşe evi! Kışın soğuğu yolda, ruhun parmakları şimdiden kaskatı, hele toprak… Üşür şimdi o, düşünme, nefes al, karartma o enseyi… Ha hatırlayıp ha […]
maç kaç kaç?
Bu kadar senelik medeniyet tarihine rağmen hala mutsuz bir çocukluk geçirenin içindeki boşluğu doldurabilecek bulutsu madde imal edilemedi. Göze ilk anda tezat gibi gelecek ama tüm oyunları çocuğunun mutluluğu üzerine kuran anne babaların evlatlarının yüzü de nedense pek gülmedi. Hepimiz hatırlıyoruzdur: Oyun sahası biz geldiğimizde hazırdı. Tarafımız, yerimiz belliydi. Öyle, “oynamak ister misin?” diye soran, […]
AyKadın
Başımda üç beş tane beyaz saç var. Bazıları “Hocam biz buraya ne ara geldik?” diye soran gözlerle kaçamak bakışlar atıyor birbirine! Daha hiç konuşmadılar! Biri, ki sanırım onda güya çaktırmadığı bir yükseklik korkusu var, ayaklanıp kafanın ucundan etrafa bakmaya niyetlendi. Yukarıdan çevresine bakınıp nerede olduğunu kestirecek ya uyanık! Bir iki kalktı, dolandı, esniyor gibi yaptı. […]
kulağımızdan aklımıza sızanlar
Doğruya doğru! İnsanın içini ısıtıyor ona dair olanın takdir edilmesi, beğenilip onaylanması… İlkokul öğretmeninin “Aferin, ne gayretli çocuksun” demesi mesela. Ya da babanın “Akıllı evladım” diye saçını okşaması… Annenin seninle gurur duyduğunu söylemesi… Hatta oğlunun “En güzel çukulatalı keki benim annem yapar” ya da kızının “benim babamın elleri daha büyüüük” diye gözlerini kocaman açarak böbürlenmesi… […]
duvarlarla süngerlerin hikayesi
İnsanlar kendi aralarında ikiye ayrılır: Duvarlar ve süngerler. Duvarlar ya da diğer adıyla yüreğini her daim derin sulardan da serin tutanlar. Ve süngerler yani buluttan nem kapangiller. Duvarların da süngerlerin de kendi içlerinde alt grupları vardır. Tahta duvarlar, alçıpanlar ve mermer kaplı duvarlar gibi… Süngerler de renklerine, dayanıklılıklarına ve büyüklüklerine göre sınıflandırılır. Buluttan nem kapangiller […]
“kötü terapiste denk gelesin” diyemediklerimiz
Bazı insanlar o kadar kötü kalpli oluyor ki… Önce şöyle bir şaşalıyorum, gerçek olduklarına inanamıyorum. Sonra yapıp ettikleri, kötücül varlıklarını inkâr edemeyecek hale gelince, İçimden geçiresim geliyor: “Öyle yalnız, öyle umutsuz bir hale gel ki terapiye bile seni iyi etme ihtimaline inandığından değil, birinin parasıyla dahi olsa seni dinlemesine muhtaç hale düştüğünden gitmek zorunda kal!” […]
anne kurabiyesi kokulu odalar
Rahata ermeden ölen babaların çocukları huzursuz yaşıyor galiba. Sırtları koltuğa yaslanmadan oturuyorlar. En leziz tatlar bile olsa tabaklarında, alelacele yiyip, tadını almadan yutuyorlar. Yaşamı kırılmasından korktukları kıymetli bir emanet gibi parmak uçlarıyla tutarak yaşıyorlar adeta. Bir sıkı sıkıya sarılamadan ona içlerinden geldiği gibi, tenini hatta kemiklerini hissetmeden huzurla nefes alıp vermenin, gam lekesiz tek bir […]
yüzüncü yazı
Yüzüncü yazı göremez belki bu gözler… Ama olsun, yüzüncü yazıyı yazdı; ellerin ve en çok da ruhun yardımıyla, şükür… Bir gece vakti, bir başına ve bir anda başlayan yolculuk, bu kelimelere değen gözlerinle devam ediyor ne mutlu ki… “Yazı bitmez, uçup gitmez” diye yola çıkmıştım, kısmetse bu yazın sonunda, yazarak geçen bir yılı tamamlayacağım. Yüzüncü […]
gönlünce kükre kedicik
Yaşama dair içimi tırmalayan memnuniyetsizliğin ve tatminsizliğin haddi hesabi yok şu son bir iki gündür. Aslında bunun öyle elle tutulur bir nedeni de yok. Belki de birikmişler, tarafımca `böyle idare ediver` deyip halının altına süpürülmüşler köpürüyor alttan alta. Uyumak iyi gelirdi. Ama uyumanın birazı kaçmaksa birazı da hafifinden ölmek değil mi? Neyse ben bu karanlık […]
içimdeki kara delik
Yaşama işi karmaşık bir iş. Kafası karışık, elleri bulaşık, yapış yapış, pis bir iş bazen… Adı konamadan uçup giden ve o uçuculuğuyla kötüsünün şifasını da beraberinde götüren bir anılar bütünü yaşam denen… Aynı zamanda da aniden gelen, yüreğe oturan öküz gibi teklifsizce yerleşen ve hiç gitmeyen bir keder… Ve hem de avuç yarısı kadar, kocaman […]