haymatlos

Haymatlos (heimatlos) vatansız demek malum. Ve vatansız olmak kavramının bendeki ilk çağrışımları olumlu. Çünkü bana önce herhangi bir vatana bağlı kalmadan özgür ve bağımsız olmayı çağrıştırıyor. Dünyanın her yerini işgal etmiş ve parsellemiş sınırların nihayet kalktığı, kolları herkese açık yeni bir ortak yaşam kurma ihtimalini umut ettiriyor. Avrupa’daki Roma’nın şehir şehir, rengarenk, yanık ezgiler eşliğinde gezmesini anımsatıyor. Çadırlarını ve gitarlarını kapıp VW minibüslere doluşmuş çiçek çocuklarını özletiyor. Bizdeki göçerleri düşündürüyor… Aklıma çılgınca dans eden uçurtmaları ve kırlık açık havada alabildiğine parlayan neşeli yıldızları doluşturuveriyor.

Diğer bir deyişle, “burası benim olsun, tam benim istediğim gibi olsun” diye niyet ederek bir yere yerleşen… O yerleştiği yeri besleyerek ve sadece ondan beslenerek nefes alan…. Varoluşun sınırlarını salt onunla bir tutan bir yaşam tahayyülünün tam tersini anlatıyor ilk bakışta haymatlos. “Bütün dünya benim! Ben dünyalıyım!” diye haykıran bir özgürlük çığlığı o, gözleri yıldızlı insanların yürekten inanarak attığı…

Oysa gerçek hiç de böyle tozpembe değil maalesef. Tam tersine, insana kör mü oldum, neden hiçbir şey göremiyorum dedirtecek kadar zifiri karanlık! Vatansızlar ya da uyruksuzlar siyasi nedenlerle vatandaşlıktan çıkarılan insanlara verilen kanuni bir statü.

Hitler 1941’de bütün Yahudileri vatandaşlıktan çıkarmış, gerisini ne siz sorun ne ben söyleyeyim.  

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği rakamlarına göre 2019 yılı itibariyle dünyada toplam 4.2 milyon kişi vatansız statüsünde yaşıyor. Bu rakam sadece beş yıl içinde tam 700 bin kişi artmış. Ve kesinleşmemiş rakamlara göre tüm dünyadaki vatansızların en az 12 milyon kişi olduğu tahmin ediliyor.

Gerçek vatansızlık tatlı bir ütopya değil, beter bir distopya, adeta bir ölüm fermanı olarak yaşanıyor ne acı ki… Oysa vatansız olmadan, kanunen bulunabildiği ülke ya da ülkelerle ruhunun uyuşmadığı durumlarda bile insan gün be gün, an be an, bir yarı açık hapishane buhranı yaşayabiliyor. Canını kıskandığından boynuna dolanıp ferah soluklarla arasına giren hoyrat, görünmez ellerle nefes almaya çalışabiliyor…

“Tamam, bu kadar, ben gidiyorum” deyip gözünü karartıp çoluk çocuk yola düşenler ya… Akdeniz, Ege bildiğin tüm o denizlerde tepe takla olan tekneler… O karanlık suların derinliklerinde kaybolan canlar, cananlar, oğlanlar, kızlar… Daha şanslı olan, hayatta kalan, gideceği yere azala azala olsa da varan ve içinde nasıl bir güç kırıntısı kaldıysa artık onunla yeniden başlayanlar, yeniden bir vatana kavuşma umuyla nefes alanlar… 

Vatansızlar… Vatanlı vatansızlar… Vatanına küstüğünden vatansızlaşanlar… Vatanım diyecek toprak parçaları ellerinden alınanlar. Vatanı yerinde kalsa da hakları ellerinden alınanlar. Vatanında yaşayamayanlar. “Dünyaya bir beni mi sığdıramadınız?” sorusuyla uyuyup uyananlar. Giydikleri ve yanından bir an olsun bile ayıramadığı valiziyle…  Şu ya da bu şekilde cascavlak halde sokak ortasında bile değil, koca dünyanın ortasında, ortada kalakalanlar! 

Hikaye çok, umut az. Yollar uzun, yıllar kısa…

Keşke tüm vatansızlarla, yersiz yurtsuzlarla yeryüzünün zengin ve şişkin göbeğini kat be kat saran bir insan zincirinde buluşup her bir ağızdan haykırabilseydik hepimiz: “Bütün dünya benim! Ben dünyalıyım!” Çünkü bazen güzel bir yalan bile rezil bir gerçekten yeğ geliyor insana. Ve olmayacak bir dua bile olsa ettiğin, umut edecek, yolunu bekleyecek bir iyiliğe inanmak ruha iyi geliyor.

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 257

haymatlos” üzerine 0 görüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön