“mutsuz aşk yoktur!”

Mutsuz aşk yoktur!

Mutsuz insan vardır! Diyeceksin ki nasıl yahu? Ne demek şimdi “Mutsuz aşk yoktur!” işte, mis gibi demiş üstat! “Mutlu aşk yoktur” nokta! Hem herkes bilir böyle bir şeyin ancak kitaplarda ya da filmlerde olduğunu. Peki sen demek istiyorsun durup dururken? 

Tamam, haklısın. Aragon doğrusunu söylemiş, çok da güzel söylemiş: “Mutlu aşk yoktur” kabul. Çünkü aşk evcil değildir. Hele tutku, hele toyken… Ve evet aşk öyle yakıcıdır ki ne ondan yanıp kül olmadan vazgeçilir ne de insan yüreği o ateşe dayanabilir. 

Ancak aşk zamana yayılabilirse eğer… Kısa ya da uzun ayrılıklarla iyice harlanmadan depardan maratona evrilebilirse… İşte o zaman aşktan sevgiye, alışkanlığa, uyuma dönüşerek daha yumuşak ve daha sıradanla uyumlu bir hal alır.

Ve işte aşkın o geçiş tünelinde, hadi madem, aşkın o hali diyelim biz ona… Artık “Mutsuz aşk yoktur! Mutsuz insan vardır.” Çünkü bence insan aşkta en çok sevilebilme ihtimalini sever. O zamana kadar eksik kalan yanları hayran bakışlarla dolacaktır… Yüreğindeki boşluk aşkla dolup taşacaktır… O güne dek onaylanmayan, takdir edilmeyen, anlaşılmayan, affedilmeyen tüm yönleri bir anda mucizevi bir şekilde onarılacaktır. 

Başkasının yüreğinde pişip daha dumanı tüterken önümüze serilen serpme his ve haz sofrası, tüm açlıklarımızı doyuracak iksirdir.Hem verenin veresi, veresi, veresi vardır… Hem bizim kana kana içesimiz, hayatımızda bir kez olsun doymamışız gibi… Beklentilerimiz çok yüksektir… Hem kendimizden hem de bize aşkla bakan kişiden….

Kendimizde beğenmediğimiz yanlar, onun gözünde bizi “özel” yapar önce. Kendimizde eksik gördüklerimiz “Kadı kızında da olan” şeylerdir topu topu ona sorsak. Kemerli burnumuz “kişiliklidir” mesela… Rengi açılan saçlarımız “tecrübenin gümüş tacı”dır senelerin bize hak gördüğü… 

Dedim ya ne o bizde ufacık bir kusur görebilir ne biz onun bizi severek iyi etme ihtimalinden bir an olsun vazgeçebiliriz… O bizi “gerçekten” severse ondan önce “eksik” ya da “yanlış sevenler” ya da aslında sevmesi gerekirken hiç sevmeyenler artık bizi sevecekmişiz gibi… Ya da hepsi ve hissettirdikleri hiç olmamışçasına zaman tünelinden yok olacakmış gibi… Ve o bizi “gerçekten” ama “gerçekten” severse biz de nihayet kendimizi sevmeyi başarabilecekmişiz gibi…

Sonra… Sonra durumlar değişir ufaktan. Aşkın gözü açılmaya başladığında birbirimizdeki kusurları görmeye başlarız yavaştan. Farklılıklar ve hatta zıtlıklar ne zamandır orada olsa da ilk kez ortaya çıkmış gibi dökülür meydana art arda. 

İNLEYEN RUHUN SIZISI

Bakanın bakış açısı değiştikçe gördüğü de değişir doğal olarak: “İlginç” olan “garip” olur mesela… “Farklı” olan “fazla aykırı” olur… İşte en geç oralarda ya da hatta oralara varmadan çok önce… Bu aşka da her aşka olduğu gibi bir “kurtarıcı” gözüyle bakmamışsak eğer… Aslında aşk değil de için için inleyen ruhun sızısını sağaltmak için bir “şifacı” aramıyorsak… Bu köprüden önce son çıkışmışçasına onu olduğu gibi değil de “görmek istediğimiz gibi” görmemişsek… İşte o zaman ne biz mutsuz insanlarız ne de o mutsuz bir aşk!

Daha doğrusu ne biz insanız artık… Çünkü biz “insan” olma deneyimini bayağı aşmışız… Ne de o sıradan bir aşk… Çünkü o artık birbirini bırakmayan ellerimizle oluşan sevgi çemberi dünyayı saracak kadar büyük… Ve biz artık ne mutluyuz ne mutsuzuz… Sadece varız ve hoşnuduz…

“mutsuz aşk yoktur!”” üzerine 0 görüş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: