“Öldürmeyen acı güçlendirir”

Nietzsche zamanında nasıl bir deneyimden geçerek, nasıl bir mantık dizgisine dayanarak demiş bilmiyorum “Öldürmeyen acı güçlendirir” diye. Ama bazen bu sözün bir önerme olduğunu kabul ediyorum bazense bu olsa olsa bir dilektir diyorum.

Güçlenen bedenimiz mi, ruhumuz mu, irademiz mi? Acı veren kader mi, kendi şeytanlarımız mı, başka insanlar ya da olaylar mı? Bilmiyorum. Onun kendi hayatından, aktarılan anekdotlardan ya da yaşamının tarihsel arka planından da fazla bir ipucu yakalayamıyorum düşündüklerine dair. Zaten hayatın tek bir anını ya da kişinin belli bir dönemdeki görüşünü veya inancını o insanın tüm varlığına indirgemeyi de kolaycılık olarak görüyorum. Sadece bana düşündürdükleri üzerine söz söyleme hakkına sahibim. O yüzden işte düşündüklerim:

Öncelikle burada kastedilen acının fiziksel ve bedene yönelik değil de duygusal, zihinsel veya varoluşa dair olduğunu düşünüyorum. Sanırım “sağ kolunu ne kadar çok kırarsan ya da çatlatırsan o kadar iyi. Çünkü her yaralanmada bileğin bir kez daha güçlenir, birkaç yıla kalmaz bilek güreşinde rakipsiz olursun, ödüllere doymazsın” demek istememiştir.

Dolayısıyla elimizde diğer taraf kalıyor. Ayın hep karanlıkta olan yanı. Var olduğunu bildiğimiz, hissettiğimiz ama bir türlü kavrayıp ele geçiremediğimiz yanımız. Görünmediğinden günlük koşturma içinde küçük görmenin kolay olduğu ama beden kabukken kendisi usulca sonsuzluğa hamak kuran yanımız. Düşüncelerimiz, hislerimiz, içimizden çıkarak bizi harekete geçiren enerjimiz, niyetlerimiz, isteklerimiz… Bize bakan birinin göremeyeceği ama hissedeceği her şeyimiz yani…

Diyelim ki bu saydam ama kapsayıcı ve tanımlayıcı yanımız yara aldı. Misal bu ya diyelim ki kurşun yedi! Öldürmezse eğer o kurşun, ruhun derisini sıyırıp geçebilir. Azıcık can yakar belki ama ihtimal insanı iyi ve şanslı hissettirir. İkinci seçenek olarak, “delip de geçer” dedikleri durum gerçekleşebilir. Yani olan, izini bırakır insanda ve yaşamında. Veya en kötü ihtimalle hayati bir yanına denk gelip insanın manevi varlığının, onu hepten kötürüm edebilir. Güneş her sabah doğmaya devam etse de artık o insan için her gün geceden ibarettir!

YAŞAM ATEŞİ

Bana nedense hep kastettiği durum “Delip de geçer” diye söz ettiklerimizmiş gibi geliyor. Ve bu bayağı derin bir konu. Öyle böyle derin değil hem de! Bırak bir iki sayfayı, eskiden fasikül fasikül toplamaya doyamadığımız ansiklopediler kadar bilgi ve emek gerektirir.

O yüzden şiirden anladığım ana fikri söyleyip bugünkü programı noktalayacağım siz ekran başındaki değerli okuyucular… Çekilen manevi acılar bizi yere yıksa da tamamen yıkmayı başaramadığında hem hayatta kalma kararlılığımızı hem de hayata tutunma inadımızı harekete geçirerek içimizdeki yaşam ateşini tutuşturur! (Tutuşturmaya da bilir ama tutuşturması da ihtimal dahilindedir).

Evet, her kırık dalı ayrı ağrır belki dallarımızın, hele yağmurlu havalarda. Ama özel bir ağaç gibi toprağa ihtiyaç duymadan köklenebilen, her dalın yarasını bir taze yeşil yaprakla sarmak mümkündür belki bir şifacı iksiri gibi. 

Ve her kopan ya da koparılan gelinciğe inat, dalga dalga gelincik tarlalarıyla karanlıklarından geri gelecek gücü var insanın. Yeter ki kalp kasları güçlenirken kalbin kendisi soğuyup nasırlaşmasın. Çekilen acılar sadece çeken kişinin güçlenmesine değil, her kalbi kırığın iyileşmesine yarasın…

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 240

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d