Bu aralar bir “Yukarıya Bakma” ya da orijinal adıyla “Don’t Look Up” fırtınası esiyor küresel köyde. Dünyaya doğru yaklaşan bir kuyruklu yıldızı ve insanlığı bu tehlikeyle ilgili uyarıp harekete geçirmeye çalışan bilim insanlarını konu alıyor film. Evet yanılmadınız, kimse onlara kulak asmıyor. Ve en sonunda güzelim yerküre yanıyor, bitiyor, kül oluyor! Özet bu, nokta!
Şimdi gelelim, mercimeğin faydalarına ya da filmin zihnime taşıdıklarına: Eskiden, “algı” terimini her cümlede, olur olmaz yerde ve şekilde kullanmayanı dövmeye henüz başlamamışlarken… “Algı” ve “gerçek” iki farklı gerçekliktir diye anlatırdı reklamcı ustalar, “bizim işimiz ilkiyle”. Ne kadar doğru söylediklerini fark ettiğimde adeta zihnimde bir ışık yanmıştı. “Görecelilik” ve “bağlamsallık” kavramları da gerçek denen bu cıvayı anlamaya çalışmakta kıymetli anahtarlar oldular, eksik olmasın çocuklar.
Ama ya gerçek?
Ama gerçek, dokuz canlı balıklar gibi… Çocukluğumdan hayal meyal hatırladığım değiş tontonlar… Ve hatta yer çekimine kapılıp yokuş aşağıya sekerek uzaklaşan plastik toplar gibi… Bakana göre, göze göre, niyete, ülkeye, günün saatine göre ve hatta şimdilerde olduğu gibi göz göre göre değişmeye devam etti, kendimi bildim bileli.
Algı ve algılama kapasitesi gibi gerçeğin de yerine göre değişen kat kat giysileri vardı. Kumaşlarıysa bazen görebilenler için bile fazla yanardönerliydi: Kişisel gerçek ceketi… Dini gerçek takkesi… Politik gerçek takım elbisesi… Ruhsal gerçek hunisi… Liste uzayıp gittikçe gerçekler de akla gelen her biçimde şekillendi.

Oysa…
Oysa bana kalsa gerçek dediğin, zevkler ve renkler gibi tartışılabilir ya da kapışmamak için tartışmamak gereken bir şey değildi! Gerçek, fikir ya da görüş değildi ki anam babam! Gerçekten gerçek denebilecek olgular bu bağlamda bence gerçekliği sorgulanamaz bir somutluğa sahipti. Bozulmamış bilgiydi mesela, nesnel ve tarafsız bir bakış açısıyla yaklaşılan bir durumdu…
Misal “İstanbul tarihi bir şehirdir” dedin, bitti. Yok öyle, sen dedin diye bitmedi! Bu önerme 8.500 yıllık limana, şurada burada hala ayakta kalabilen tarihi yapılara, seyahatnamelerdeki satırlara dayandığı ve daha kim bilir nelerle sağlanabilir olduğu için bitti! Doğru olan ve gerçeği yansıtan bir önerme bu!
Peki buna benzer neler kaldı etrafımızda? Hem doğru hem de gerçek olan? Mesela küresel ısınma diye bir şey var mı? Yoksa sağlı sollu hortumlar, yangınlar ve kuraklıklar Maya tanrılarını kızdırdığımız için mi vuruyor dünya halkını?
Misal, bilimsel etkinliği kanıtlanmış aşıların, virüs ve hastalıklarla savaşmakta bünyeyi güçlendirici bir etkisi var mı? Yoksa ne hikmetse “sıvılılar” hep daha şanslıların arasından çıktığı için mi bu kadar düşük onların Koronavirüs nedenli ölüm oranı?
Bu gerçek konusu öyle çetrefilli, arazi öyle engebeli, üstelik mercekler de öyle isli ki… Nereden başlarsın, meramını nasıl anlatırsın: Yankı odası mı dersin, etki alanı meselesinden mı başlarsın, rıza üretimi, trol ordusu, medya özgürlüğü ya da gerçeklik ötesi diyerek mi sazı eline alırsın?
Kimseye inanma
Tek bir nasihat hakkım olsaydı: “Kimseye inanma” derdim, “gözlerinden başka, hatta ona bile ilk bakışta inanma!” Biliyorum, bu dediğim zor iş. Büyük sorumluluk. Yalnızlığı çekilir gibi değil. Üstelik ağır işçilik! Ama işin özeti şu ki paranın ve gücün sahipleri, hani o milyonlarca insanın hayatı boyunca kazanamayacağı paralara para demeyen küresel zenginler, her zaman yığınlara kendi gerçeklerini dayatmanın peşindeydi.
Üstelik şimdi teknolojinin ve toplumsal psikolojinin de yardımıyla algının mutlak sahipliğine soyundular. Uyarması benden, giyinecek gibi de değiller! Üstelik kral mı çıplak, kraliçe mi hepimiz görmüyoruz! Görüp söyleyenleri de “deli bunlar” diye anlamadan aşağılıyoruz ve dinlemiyoruz çoğumuz! Filmin bir diğer özeti de bu işte!
O yüzden, gel dinle beni: Sen, sen ol gerçek gerçeklerden gözünü ayırma! Kaldır başını yukarıya! Kulak asma “Aşağı bak” diyenlere! İnadına dik gözünü yıldızlara çünkü hayatın borcu var her iyi insana!
Filmle henüz tanışmak kısmet olmadı. Sinema yani film özürlü biri olarak ne zaman kısmet olur onu da bilmiyorum.
Algı sanırım almak fiilinden geldiği için insanlar bu kadar kolay kapılıyorlar “algı”lara. Almayı seviyoruz yani. Yoksa vermek fiilinden gelen vergiye nasıl düşman olduğumuzu herkes biliyor. Hatta öyle ki Allah vergisi olan şeylere bile düşman kesiliyoruz bazen.
Koronadan sonra ben de pek iyimser değilim bu konularda. Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır diyorlar. Bekliyorum.
Sayfanızın yeni arayüzü hayırlı olsun. Yeni arayüzün ilk yorumu belki budur. Son yorumlar olmayınca sağ tarafta emin olamadım. Okuyanınız ve anlayanınız çok olsun inşallah! 🙂
Evet, yeni tasarıma gelen ilk yorum gerçekten de sizin! Ziyaretiniz ve yorumunuz için teşekkür ederim.
En çok da güzeller güzeli dileğiniz için…
Gerçekler konusuna gelince… Yazıda dediğim gibi çok çetrefilli mesele. Bu film ve benzeri sanat eserleriyle, makalelerle bireylerin farkındalığını artırabileceğini düşünmek istiyorum. Ama belli ki uzaktan geliyor gerçekler, hep sonradan geliyorlar, hep sonradan…
Evet, yeni tasarıma gelen ilk yorum gerçekten de sizin! Ziyaretiniz ve yorumunuz için teşekkür ederim.
En çok da güzeller güzeli dileğiniz için…
Gerçekler konusuna gelince… Yazıda dediğim gibi çok çetrefilli mesele. Bu film ve benzeri sanat eserleriyle, makalelerle bireylerin farkındalığını artırabileceğini düşünmek istiyorum. Ama belli ki uzaktan geliyor gerçekler, hep sonradan geliyorlar, hep sonradan…
Yeni sisteminiz, arayüzünüz hayırlı olsun. “Kimseye inanma” nasihatınızı bilfiil uygulamaktayım. 🙂
Çok teşekkür ederim, hep birlikte olsun.
Ne mutlu 🙂
Sırf başkalarının dediğini yapmamak adına aşağı bakma yerine yukarı bakmayacağım özünü benimsemişlerdenim.
Dört Anlaşma kitabında da bahsedildiği gibi biz doğmadan zaten doğrularımız, yanlışlarımız, yasaklarımız ve ödüllerimiz belirlenmiş. Dediğiniz şekilde yaşayabilmek için insanın önce kabuklarını kırması gerekir. Ama bunu aynı ortamda kalarak kaç kişi başarabilir? Üzerine konuşulacak konular gerçekten.
Ama şunu atlamadan geçemicem bu filmde doğanay şalgamlarından hiç bahsetmemişsiniz:)
Ben on yıldır dört anlaşmanın üçüncüsünde takıldım kaldım, Miguel hoca bana takmış olmalı!
O yüzden Chomsky hocanın derslerini daha çok seviyorum.
Şaka bir yana, bazı yerlerde şalgam var gerçekten. Peki ya fıstıklı baklava, sütlü nuriye?
Ellerine beynine sağlık, filmi izledim yorumlrına katılıyorum. Kısacası ben de “yukarı bakanlardanım”, kafamızı ve gözlerimizi kapatmadan bakanlardan biri. Başımız öne eğilmesin!
Çok sevindim, hoş gelmişsin 🙂
Eğilmesin evet! Ne güzel dilek, yürekten katılıyorum!