Dün gibi aklımda: On yaşlarındayım, okulda, dersteyiz. Öğretmen durup dururken “Hayat silgi kullanmadan resim yapma sanatıdır” deyiverdi. Nasıl yani, bu ciddi bir laf, böyle şapadanak söylenecek şey mi?
Donup kaldığımı hatırlıyorum oturduğum yerde! Kafamda deli sorular, çözüm arayışları daha doğrusu çırpınışları… Anladığım kadarıyla yaşıyoruz, yaşarken resim yapıyoruz, bir şeyi yanlış yaparsak yani kötü çizersek onu bir daha asla düzeltemiyoruz. Çünkü silgimiz yok. Silgiyi satın da alamıyoruz artık niyeyse. Harçlık biriktirmekle falan da olacak iş değil, herhalde silgi daha icat edilmemiş.
Mesela köpeğin burnunu yanlışlıkla çok kocaman yaptık diyelim. Bitti! Koca burunlu köpek mutsuz, sen resminden mutsuzsun, seni sevenler de sen kötü bir ressam olduğun için mutsuz. Herkes mutsuz yani. Silgi yok, saadet yok!
Garip bir şaşkınlık, inanamama hali, inkâr, isyan bulamacı dönüyor midemde. “Ya hayır ama yaaaa!” diye uzatarak ve göz belerterek haykırasım var. Hayatımın baharına bile gelmemişim daha ve hayatım başlamadan bitmiş gibi hissediyorum.
Bir kere ben resim yapmayı bilmiyorum ki. İşte tam yavaş yavaş öğreniyordum ama şimdi de bu dert çıktı başıma. Yerse al kalemi eline çiz bakalım! Silgi yoksa muhtemelen başka kâğıt da vermiyorlardır. Çiz de gör başına geleceği: Koca burunlu köpek kâğıdın o tarafından sana sulu gözlerle baksın, sen de buradan ona pişmanlık, utanç ve suçluluk dolu bakışlar at usulca.
İşin kötüsü, hayatın anlamını çözmeye takmışım o zamanlar kafayı, yaşıma başıma bakmadan. Kitap okuyorum, tiyatroya gidiyorum, sergi geziyorum. Belki onlardan birkaç şey kaparım diye bilgili görünen yetişkinlerle sohbet başlatmaya çabalıyorum. Bir filmdeki replik, bir şarkıdaki kuple, şiirdeki benzetme! Hepsini pürdikkat izliyorum ki maazallah hayatın sırrı gözümün önüne kadar geldiyse bir anlık dikkatsizlik nedeniyle onu kaçırmayayım!
Yani tam meseleyi çözmeye yoğunlaşmışken bu sözle bunun çözülemez bir havuz problemi olduğuna ikna oluyorum. Anlaşılan bütün vanaları açmışlar bu sorunda, bu havuz ya taşacak ya taşacak. Mesele ne zaman taşacağı sadece! Ondan da affedersin ama banane!
Şimdi bunca yıl sonra dönüp o her çocuk gibi saf ve sevimli halime bakınca, hayatın sırlı kapılarını önümüzde açacak gizlerin ve o umutla beklediğimiz işaretlerin insan ömrünün iki döneminde özellikle önemli olduğunu düşünüyorum. Çocuklukta çünkü hemen hiçbir şey bilmiyoruz ve ne öğrensek kâr. Bir de olmaktan yanmaya geçtiğimiz ileri yaşlarda çünkü artık her sözdeki ek anlamları sezecek bilgimiz ve içgörümüz var.
O zamanki halim
O zamanki halime bugünden bir öneride bulunabilseydim eğer bir resmi düzeltmenin silgiyle silmekten başka yollarını keşfetmesini öğütlerdim. Köpeklerin bazen burunları çok büyük bazen de çok küçük diye mutsuz olabileceklerini… O ıslak burunları düzeltmek için elimizden geleni yapsak da düzeltemiyorsak hatamızla yüzleşmemiz gerektiğini… Neyse ki bazen zamanında yapılmış küçük bir hatadan alınan dersin gün gelip çok daha büyük bir hatayı engelleyebileceğini söylerdim.
En az bu öğüt kadar önemli olan bir diğeriyse “Senin nasıl bir ressam olduğuna ancak sen karar verirsin. Yeteneğin kadar emeğin, azmin ve hayallerin karar verir. Bu hakkı kimselere vererek çarçur etme!” demek olurdu.
Az önce bu düşünceleri kafamda evirip çevirirken deniz kabuklarını boyuyordum bir yandan da. Aynı deniz kabuğunu boyamayı art arda üç dört kere denedim. Her boyayışımda ya renk uyumunu ya formları beğenmediğimden kabuğun tamamını tek renk boyayarak az önceki hatayı astara çevirdim.
Ve düşündüm de hayatımın resmini kara kalem yerine akrilik boyayla yapabilirim. Hata yapmamı engellemez belki ama hayatımı gönlümce renklendirebilirim.
Hayat silgi kullanmadan resim çizme sanatıdır. Güzel söz ilk defa duydum. Kaleminize sağlık 🐬
Teşekkür ederim güzel dileğiniz için🐬
Çok merak ediyorum kiraz niye üzgün? Bir gün cesaretimi toplayıp sorarım belki.
O gün belki kirazın neden üzgün olduğunu yazarım bloğuma.🐬🍒
Merakla bekleyeceğim. Ama ondan da çok, musmutlu bir kiraz dileyeceğim.