“Çok acı var, dayanamıyorum”

Bu dünyayı yaşanılır kılan insanlar, şehirlerin göbeğine kocaman heykelleri yapılanlarla… Yani büyük savaşlar kazanan komutanlarla veya devletlerin kaderini yazan politikacılarla aynı insanlar değil bence. Şüphesiz onlar da hem bizim yaşantımıza hem de tarihin akışına kayda değer ölçüde yön veriyor. Ama bazı insanlar var ki onlar hayatımıza dokunuyor. Ve o dokunuşları sayesinde belki, bizim kendi küçük dünyalarımız dönmeye devam edebiliyor.

Düşün ki insanın başına dert olan birçok meselenin farkındasın. Ataerkil sistemin getirdiği baskıların… Ekonomik düzenin dayattığı sınırlamaların… Yaşamın içindeki zorluklarla baş edecek “durumu” olmayanların ya da o durumu elinden alınanların mesela…

Ve sadece bunların farkında olmakla kalmamışsın bunların üstüne kafa yormuşsun. Okumuşsun, araştırmışsın, koskoca hukuk doktorası yapmışsın, aktivist olmuşsun, akademisyen olmuşsun, insandan, kadından, canlıdan yana taraf tutmuşsun… 

Bunları yaparken seneler senesi çalışıp didinmişsin. Araştırmalarınla bilinmeyenlere ışık tutmuşsun. Öğrencilerinin zihnini aydınlatmışsın. Sokak hayvanlarından Pilli ve Çıt çıt adında iki tüylü evlat edinmişsin kendine. Arkadaşların olmuş, meslektaşların olmuş, hocalarınla poz verirken ağız dolusu gülümsemişsin kameraya…

Ve ihtiyacı olanlara, ihtimal onlar yardım istemeden daha, el uzatmışsın. Çünkü sistemi öyle iyi anlamışsın ki… Hepimizin iyiliği için koyulan kuralların ya da kanunların gri alanlarında kaybolanları… O kayıpları bazen ekmeğinden bazen saçından çekerek karanlıklara atanları… Çaresizliğin her tonunu görenlerin ve aç bir midenin çıkardığı her sesi işitenlerin derdine derman olmaya çalışmışsın belki. Muhtemel ki onların derdini kendine dert edinmişsin. 

ÇOKTAN KANATLANIP GİTMİŞ

Sonra “Çok acı var dayanamıyorum” yazmışsın. Ve önce kayıplara karışmışsın ama sonra anlaşılmış ki karıştığın aslında sonsuzlukmuş… 

37 yaşında.

Mezun olduğun Boğaziçi Üniversitesi’nin Güney kapısından, belki Güneş Dondurma’dan kornet yediğin, Bebek Kahve’de çay içtiğin sahilden beş on durak aşağıda, Ortaköy’de bulunmuşsun. Ama bulunan sadece bedeninmiş, bu hayata büyük gelen ruhun çoktan kanatlanıp gitmiş…

İnsanlar biri gidince merak eder hep. “Neden öldü?” Hele ölüm nedeni intiharsa daha çok merek ederler. “Acaba nedeni neydi?” İntiharlar hep gizemlidir. Ve yolcuları neredeyse hep erken gidenler, en güzellerimiz arasından seçilenlerdir.

Onu tanımazdım. Sonradan öğrendim ki çok ortak arkadaşımız, çok ortak yanımız varmış. Belki de bir yerlerde tanıştık, el sıkıştık, hatta aynı masada oturduk, havadan sudan ya da dünyanın gidişatından konuştuk. Yüzü hiç yabancı değil ama detaylar çok puslu. Bilemiyorum…

Ama bu yazıyı yazma nedenim çok farklı. 

Onun vedasını hatırlayınca özenle donatılmış ama hiç oturulmamış bir masa canlanıyor gözümde… Beyaz sabunlarla elde yıkanmış çarşaflarla misler gibi hazırlanmış ama hiç uzanılmamış yataklar… Hediye edene duyulan özenden kıyılıp bir kez olsun takılmamış inci bir kolye… 

Koca bir yarım kalmışlık! 

“Çok acı var dayanamıyorum. Çok çaresizim.” 

Onun vedasını hatırlayınca kolay bir hayatı olabilecekken başkalarının hayatını kolaylaştırmayı seçen bir savaşçı görüyorum ben. Sorunların büyüklüğünü görse de ve sistemin karşısında bireysel çabaların küçüklüğünü bilse de yılmayan bir Don Kişot.

Bembeyaz kısacık saçları başında hale gibi ışıldarken dertli genç öğrencisini sabırla dinleyen… Ona çay ikram ederken aslında ümit ve ilham veren, nicelerine el veren bir koca hoca geliyor gözümün önüne. Hiç yaşanamamış bir gelecekte. Yaş almış, erdemli bir şifacı… 

Onu bizden ne aldı bilmiyorum. Ama nedenle değil sonuçla ilgiliyimOnu yaşamdan soğutan her neyse onu yaşadığı için üzülüyorum. Dünya iyilik savaşçılarına, bilgisini iyilikten yana, şifa bulmaktan yana kullananlara, şikayet etmek yerine harekete geçenlere bu kadar muhtaçken artık aramızda olmamasına üzülüyorum. Yarım kalıp heba olan iyi ihtimallerinin hepsine üzülüyorum. 

Biliyorum ki bu hislerimde yalnız değilim. Onu daha tanımadan seven ve özlemle anımsayan birçok kişi tanıyorum. Eminim onun hayatında olma şansını yakalayanlar da onun için ellerinden geleni yaptılar ki zaten yazmış o da “siz elinizden geleni yaptınız” diye. Gel gör ki bazı insanlar gönülden vermenin kitabını yazsa da almakta pek iyi değildir.

Ama insanlığın ona bir özür, bir teşekkür ve bir ömür borçlu olduğunu düşünmeden edemiyorum. En başa dönecek olursak kaç kişinin anıtı duruyor o meydandaki köşede? Peki ya kalbimizde?

Bu yazı “Kayıp Kahraman” sosyolog, feminist ve aktivist Doç. Dr. Dicle Koğacıoğlu’nun değerli anısına adanmıştır.

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 237

“Çok acı var, dayanamıyorum”” üzerine 2 görüş

  1. merhabalar..
    bugünkü yazınızı çok farklı duygular içinde okudum. toplumumuza ve insanlığa özellikle de kadın hakları konusunda çok kıymetli çalışmalarıyla katkıda bulunmuş bir değerdir. bir yandan böyle kıymetli bir değerin erkenden çekip gitmesine üzüldüm, bir yandan da artık insanlığa yeni faydalar sağlayamayacak olmasına, dostlarıyla gülümseyip o güzel sohbetleri yapamayacak olmasına üzüldüm. “Yarım kalıp heba olan iyi ihtimallerinin hepsine üzülüyorum.” sözünüze yürekten katılıyorum. bahsettiğiniz gibi Dicle Koğacıoğlu sayısız kimsenin hayatına dokunmuş bir kahramandır.

    iyi ki bu dünyadan bir Dicle Koğacıoğlu geçmiş..

    1. Evet yazı dostum… Dediğiniz gibi: “iyi ki bu dünyadan bir Dicle Koğacıoğlu geçmiş..”

      Bulutların üstünde, sevdiği mavi suların ışıldadığı huzurlu bir yerde olduğunu dilemek kalmış bize de…

      Anısına saygıyla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: