fareler ve kaptanlar!

Pek beylik laftır. Victor Hugo’nun sözü de denir: “Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi limana getirip getirmediğine bakar” derler. Ve hiçbir dersi kaçırmadığı için her şeyi çok iyi bilenler de bilgiç bilgiç kafa sallayarak bu manalı önermeyi tasdik ederler. 

Ama bir dakika… Nasıl yani? 

Diyelim ki ılıık bir İstanbul sabahı, saat öğlene doğru süzüm süzüm süzülerek yaklaşmakta. Baharlık elbisesini dolaptan çıkarmış, deniz kıyısında buluşmak için güneşten işaret bekleyen genç bir kadın gibi erguvan ağaçları, yürekleri tatlı bir telaşta. Vapur öttürüp borusunu, kalkmadan az önce son bir koşu geçmişsin kapıdan… Üstüne bir de açıkta yer bulmuşsun. Hatta tam sen bakınacakken çaycı gelmiş, şansa bak ki yüzü güleç, çayı taze, ince bellisi tertemiz… Boğaz nasıl billur, nasıl çarşaf, koynunu açmış, bol gurultulu bir kedi… Sen böyle sakin, telaşsız ve leziz bir bahar sabahı araklamışsın gelmeyen bahardan… Beşiktaş’tan Kadıköy’e varmışsın bir göz kırpışı zamanda… 

Havada ne fırtınadan eser var ne sen dümendesin. Çünkü prens ya da prenses olarak doğmuşsun, tek işin hayatın tadını çıkarmak senin! Keyif keka, belki taze deniz havasından azıcık ürpermektesin. Diyelim, bu olsun bütün derdin! Ve vardın limana, artık Kadıköy’desin! Ne oldu şimdi? “Gemisini kurtaran kaptan” sen misin?

PİRİ REİS BOŞUNA MI ÇİZDİ ONU

“Kaptan, yolculuk nereden?” diye sormazlar mı kimseye? Beşiktaş’tan Kadıköy’e mi gidiyorsun? Madagaskar’dan Greenland’e mi uzanıyorsun? İş kaptanda başlayıp bitiyor, tamam orası öyle de bir kişi bile mi mesafelerden, değişen koşullardan anlamıyor? Tek insan evladı bile mi haritalara bakmıyor? Piri Reis boşuna mı çizdi onu? Ne bileyim, hava durumuna yok mu bakan? Yıldızlara? Akıntıların durumuna, eriyen buzullara? 

Sonra başka etkenler var, önemli! Gemi var işin içinde değil mi, dalgalarla omuz omuza şahsen çarpışan gemi! Gemi mi, taka mı, katamaran mı, yat mı? Yeni mi, eski mi, iyi bakılmış mı, dayanıksız mı? Ayrıca kaptanın ekibi var; ekibin iyisi kötüsü, sadığı kaypağı var! Var da var!

Evet, iş kaptanda başlayıp bitiyor, hatırlatmadan da aklımda! Ama bence kaptanlara haksızlık ediyorlar biraz da! Çok üstüne gidiyoruz bu insanların, gerçekten! Sen umursama havayı, okuma rotayı, ne gemiler eşit ne denizci ekipler! Ama ne o haydiii yarış başlasın bakalım! Sonra o kaptan iyi ama bu olmadı, bozuk çıktı! Tabii canım, kesin öyledir!

Gel gör ki hayat da biraz böyle değil mi? Hakkaniyetli olmayan yarışlarda tercihimiz bile sorulmadan varımızı yoğumuzu ortaya koyuyoruz: Bilgimiz, gururumuz, enerjimiz, aklımız, senelerimiz, yeteneğimiz, ümitlerimiz, becerilerimiz ne varsa… Kalmayana kadar…

Ne hepimize birer birer dağıtılan bedenlerimiz eşit, ne ruhlarımız, ne kalbimiz, ne aklımız, ne ailelerimiz, ne coğrafya ne zaman… Mesela, öyle bir aileye doğdun ki ellerinde olsa, hepsi dünyayı ayaklarının altına sererdi ama yoktu bir şeyleri. Ya da bir başkasına doğdun ve onlar dünyayı ayaklarının altına serdi ama aileden tek bir kişi olsun seni ruhunu doyuracak kadar çok sev(e)medi.

İşte tam da bu nokta, istisnasız her şeyi bilenlerin “Sevgi önce kendini sevmekle başlar. Kendini sevmeyen kimseyi sevemez” gibi oksimoron beyanlarda bulunmaya başladığı kara kuyumsu yer! Kulağa mantıklı gibi gelen ama bazı durumlarda yaraya sadece tuz boca eden cümleler! Bu kısırdöngü girdabı ifadeler her türlü duyguya itinayla uyarlanır “yaşam bilginlerince”: “Saygı önce kendini saymakla başlar. Kendini saymayan kimseyi sayamaz!” “Değer önce kendine değer vermekle başlar, kendine değer vermeyen kimseye değer veremez!”

YARIŞ ADİL DEĞİLSE ADI YARIŞ OLMAZ

Evet bu da doğru, insanın kendisini sevmesi, sayması ve kendini değerli bulması çok önemli… Ama bunları içinde hissetmeyen ve nasıl hissedeceğini de bilemeyen, çocukken bunları öğretecek kimsesi olmayan ve ona yol gösterecek kimse bulamadan büyüyen kaptanlar nasıl olacak de adil yarışacak hayat yarışında? Onlar denizkızlarının yüzerken çıkardığı köpükte kendiliğinden mi bitti? Yok mu anaları babaları, bari bir denizanaları?

Onlara özsevgi, özsaygı ve özdeğer gibi her kaptana lazım değerleri vermesi gerekenler nerede? Leylekler gibi yaz sonunda güneye mi göç etmişlerdi?

Sonra dalgalarmış da boğuşmakmış, limana varan kaptanmış da kahramanmış! Hadi canım sen de! Yarış adil değilse adı yarış olmaz, ağalar ve hanım ağalar! O kadar!

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 237

fareler ve kaptanlar!” üzerine 2 görüş

  1. Posta kutusuna düşen e-posta ile çaldınız yine kapımı. İyi ki çaldınız. Sabahın ilk okuması size kısmet oldu. İyi ki öyle oldu.

    Hiç yalansız söylüyorum, bir yazar kıskançlığı var içimde. 🙂 Yine iyi iş çıkarmışsınız.

    Kalemini böyle ustaca kullanan biri farklı türlerde de eserler vermeli bence. Hikaye mesela. Bu yazdıklarınıza bir olay, iki diyalog ekleseniz tadından yenmez hikayeler çıkar ortaya.

    1. Nezaket gösteriyorsunuz iltifatlarınızla… Çok teşekkür ederim.

      Hikaye yazmak güzel olurdu hakikaten. Belki bir gün, emekli olmak ve yaşamın özüne zaman ayırmak nasip olursa mesela…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: