Büyük konuşmamak lazım. Büyük düşler kurmak olur. Büyük sevdalara yürek düşürmek, büyük düşünmek, büyük bir içtenlikle sevmek, büyük ideallerin peşine düşmek, bunların hepsi olur… İyi de olur!
Ama hayır, büyük konuşmamak lazım, bunu bilir bunu söylerim. Neden mi? Çünkü irili ufaklı birçok olayda, yaşayarak ve bilginin bedelini ödeyerek öğrendim ki evren, “yerin kulağı vardır” misali büyük konuşanların fısıltılarını bile dinler. Dinlemekle de kalmaz, asla kaybetmeyeceği kara kaplı deftere bunları kocaman, kalın harflerle not eder!
Adeta, “görürsün sen” der gibi içinden, “ben sana o lafları yedirmez miyim” diye planlara başlar vakit kaybetmeden…
Bunlar nereden mi aklıma geldi? Büyük konuşmanın insanın kendi ayaklarıyla içine girdiği bir tuzak olduğunu bir şarkı bana hatırlatıverdi: “Belki de dönerim” dinledim, az önce Sertab’ın billur sesinden. Düşündüm içine girip melodinin ve sözlerin…
Yoksa…
“Acaba mı?” dedim kendi kendime: Sonra “şarkı güzel de yok, dönmem!” dedim, “dönmem! Dönmeyeceğim!” Dedim ki “ben gemileri yakmadım ya da köprüleri, limanları! Su alev aldı! Su değil petroldü sanki topraktaki boşluğu dolduran! Deniz yandı! Zaten dönmeyi istesem bile dönecek su parçası kalmadı!”
İşte o anda içimdeki bilmiş bilge aniden ortaya çıkarak: “SUSSSSS!” diye uyardı beni hemen elini dudaklarına götürerek! Gözlerini belerterek “na’pıyosun sen?” dedi, telaşlı hareketlerle etrafı gösterdi! “Sus, duyacak şimdi seni!”
Haklı! Onun üzerine bu niye böyle diye biraz daha düşündüm, işim ne düşünmekten gayri!
Sordum kendi kendime, ne zaman ihtimalleri ateşe verdim de kârlı çıktım ben bundan? Ne zaman her şeyin en iyisini bir tek ben biliyorum sandım da haklı çıktım? Kim bildi ki ben bilebilirim “asla asla deme!”den başka, içinde asla geçmesine rağmen, tamamıyla doğru olan bir cümleyi?
Biraz daha kafa patlattım, daha doğrusu oturdum, umdum, işim ne: Belki de bir gün kendiliğinden temiz yağmurlar yağar… Yanan denizin yerini kirlenmemişi alır, küller uçar yeri göğü mavi bir ışıltı kaplar. Belki gemimin yelkenleri kendiliğinden dolar. “Belki de dönerim!”
Evet, unutmamam lazım! Dünya döndükçe, anda her zaman birçok ihtimal var! Her şeyin kendi zamanı var…
Çok ilginç… büyük düşünmekle büyük başka şeyler yapmak-ı karşılaştırmalı hiç düşünmemiştim önceden. Zaten bazen öğrencilerime de derim, yeni şeyler öğretmektense zaten bildiğiniz şeylerle ilgili aklınızda düzenleme yapmaya çalışıyorum. Bu giriş de bende aynı etkiyi yaptı sanıyorum. Benim de büyük konuşmamak gibi başka büyük eylemler düşünmüşlüğüm vardır, aynı korkudan “Haşa, Evren’in kulağı var”: büyük üzülmek, büyük acımak, büyük şikayet etmek, vs.
Evet doğru, o tür büyükler de kötü! Onları belirtmedim çünkü zıtlıklar üzerinden gitmeyi denedim. Sanırım antropolojik bir altmetni de var saydığın büyük eylemlerin. Bir tür uyarı gibi, neredeyse uğursuz, tekinsiz bir edim gibi…
“Aklım fazla gülme, çok ağlarsın”a kadar gitti şimdi! Ama konuyu dağıtmayalım di mi hocam, amfideki diğer arkadaşlar sıkılmasın 🙂
Buradaki büyük konuşmaktan kasıt aslında hep negatif yönlü işleyen ve ileri bir fi tarihinde çalmaya kurulmuş çalar saat gibi.
Ve nedendir bilinmez “iyi dilekler” üzerine söylenmiş bu büyük sözlerin gerçekleştiği de pek görülmemiştir. Evren sizin de dediğiniz gibi her ne hikmetse hep hesap soran, gününü gösteren tarafında olmuş sanki.
Buradan kendimize ne pay çıkarmalıyız açıkçası onu da bilmiyorum. Ama bir enerji olduğuna inanıyorum ben. Şöyle açayım konuyu biraz:
Düşünceler (gelecekten beklentiler, hayaller) iyi yönde ilerliyorsa, beynimiz de bu beklentileri gerçekleştirmeye programlanmış gibi her şeyi bizim için ayarlıyor. Doğru insanlarla doğru bağlantılar yapıyor mesela. Doğru zamanda doğru yerde olmamız gerektiğini hatırlatırken, yanlış yerde çok fazla oyalanmamamız gerektiğini de söylüyor.
Tüm bunları enerji olarak yorumluyorum. Ve bu enerji dönüp dolaşıyor ve sözde evrene yolladığımız mesajı, iletildi olarak bize göstermeye başlıyor. Diğer bir deyişle düşüncelerimiz şimdiyi ve geleceğimizi şekillendiriyor.
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Değerlendirmeniz bana kuantum felsefesini ya da sır kitabını ve çağrı yasasını düşündürdü. Bunların kendi içinde haklı yanları bence de var. Öte yandan özellikle sonuncusunda birey odaklı sorumluluğun biraz haddini aştığına inananlardanım.
Öte yandan enerji var, enerji gerçek ve hatta sihirli…Aynı düş, söz veya bakıştaki anlam gibi…
Kınadığını yaşamadan, büyük lafın altında kalmadan ölmezmiş insan, derlerdi büyüklerimiz. Gülüp geçerdik eskiden de yaşadıkça bazı şeyleri, tecrübe ettikçe bazen acı bazen tatlı şekilde işin ciddiyetini kavradık. Hayatın her alanını, bizi ve çevremizi ya da çevremizden bizi etkileyecek kadar da ciddi yani bu konu.
Tamamen katılıyorum.
Kadim bilgelik işte bu. Öncemiz onlar…
Yorumunuz için teşekkürler.
yazı için teşekkürler, keyifliydi.
rica ederim 🙂
uğradığınız için teşekkürler
Kafam çok karışık; bir şeyler söylemeyeceğim. yerin kulağı var sonra söylediklerim bana dönüp başımıza işler açmasın. Emeğine saygıyla yüreğine sağlık sayın yazar
Canım hocam, hoşgelmişsiniz.
Bazılarımızın kafası hep karışık 🙂