İlk anda kulağa güzide plaza Türkçesinin topluma gururla kazandırdığı terimlerden biri gibi geliyor belki. Ama hayır bu, onlardan değil. Bu, Türkçede tam karşılığını bulamadığım İngilizce bir fiil… Bence önemli de bir kavram çünkü fark etmeyi ve değiştirmeyi salık veriyor. Öğretildiğin ya da bildiğin yanlışsa, onu sakince yere bırak ve kendi doğrun doğrultusunda kendini en baştan eğit diyor. Aslında böyle diyerek değişimin ve iyileşmenin kapısını aralıyor.
KABUL
Malum, değişim zor zanaat. Öte yandan, ne mutlu ki değişme yetisine sahip varlıklarız. Kendimizi değişerek iyileştirebiliyoruz. Yani emek ve iradeyle beğenmediğimizi beğendiğimizle değiş tokuş edebiliyoruz. Bu gayret gerektiriyor, sorumluluk gerektiriyor, hataları görmeyi ve kabullenmeyi, hatta bazen onların açtığı yaraları kedi gibi yalayarak iyileştirmeyi gerektiriyor. Kabul! Ama yanlışın neresinden dönersek kâr değil midir?
Bunu yapmazsak yani kendi fikirlerimize ve görüşlerimize sahip çıkıp onlara göre kendi yolumuzu kendimiz çizmezsek… Başkasının git dediği yola bir diğerinin çizdiği haritayla ulaşmaya kalkıp bataklığa düşersek… O zaman kimi suçlayabiliriz? Sorumluluğu ve suçu başkalarına atarak onların yükünden gerçekten kurtulabilir miyiz? Ve kurtulamadığımızda onlardan hesap sormaya kalksak bile kaybettiklerimizi geri alabilir miyiz?
Diyelim, bize “kelebekler vahşidir” diye öğrettiler! Niyesini nasılını sormadan son nefesimizi verene kadar kelebeklerden nefret mi edeceğiz?

BÜLBÜL OLSA DARALMAZ MI İNSAN TEK SESLİLİKTEN?
Ya da içinde doğduğumuz toplumda, ailede, kabilede, artık neresiyse fikrimiz sorulmadan kendimizi bir gün içinde buluverdiğimiz yer, her iyi deneni iyi, her kötü deneni kötü olarak mı kabul edeceğiz? Diyelim ki önce küçüktük, gençtik, ne bilgi görgü verdilerse aldık kabul ettik… Sonra hiç mi içimizden gelen sese, dünyanın diğer seslerine kulaklarımızı açmayacağız? Bülbül olsa daralmaz mı insan tek seslilikten?
Galiba “unlearn” etme kültürü bizde pek yaygın değil henüz. Ya biz zaten her şeyin en iyisini biliyoruz… Ya hata yapmaya pek iyi bakılmayan bir toplumda, cadılar bayramı hariç her gün üç maymunlar kostümüyle dolanıyoruz… Ya da belki yaşamın harala gürelesinde aynayı kendi yüzümüze çevirecek gücü kendimizde bulamıyoruz.
Bunu ender de olsa bulunca can evinden vuruluyor çünkü insan bazen. Kendine dair düşündükleriyle yapıp ettiklerinin, inandıklarıyla söylediklerinin farkını görünce kendi iki gözüne inanası gelmiyor. Oysa nasıl temizliyor bünyeyi bu farkındalık, bazen gözyaşlarıyla yıkayarak, ama pirüpak ediyor iç aksamı!
Biz nasıl toplumun parçasıysak o da bizim parçamız, iç içe ve geçişken bir alışveriş bu. Ve özellikle yaş ağaçken aklımıza girenlerin, daha altımızı doldurduğumuz zamanlardan sünger gibi emilenlerin bedeli bazen ağır oluyor. Zaten kaç yaşında olursak olalım, sürekli maruz kaldığımız koca dış gürültü, sinsi, inatçı ve yılmaz bir demagog.
Diyeceğim şu ki insana iki göz, asırların birikimini yansıtan sayısız kitap, bir vicdan ve milyarlarca gri hücre verilmiş. Onları iyi kullanmak da bizim evrene borcumuz! Kelebekler vahşi midir güzel mi? Mülteciler pis midir fakir mi? Aşk, kadın erkeğin midir sadece yoksa herkesin mi? Kadın sadece ana mıdır birey mi? Sorular çok, cevaplar daha çok! Senin cevabın senin cevabın mı gerçekten? Sahiden mi? Senin asıl cevapların hangisi?
Çok güzel bir farkındalık daha yarattığınız için teşekkür ederim anlamsız kelimelerin anlamdırıcısı 🙂
Çok teşekkür ederim.
“Anlamsız kelimelerin anlamlandırıcısı” Daha müthiş bir iltifat düşünemiyorum kızaransuratemojisi
Çok teşekkür ederim.
“Anlamsız kelimelerin anlamdırıcısı” daha müthiş bir iltifat düşünemiyorum kızaransuratemojisi