Kalbim pek pırpır bu ara. Ama iyi, keyifli, neşeli bir pırpır hali değil bu. Hani bisikletin tekerine, renkli, parlak, pek sert olmayan bir şey takarsın da döndükçe pırlar ya, benimki öyle değil. Rüzgârın bol tomurcuklu bahar saksısında yaşayan rüzgârgülüne geçerken şöyle bir takılması gibi de değil. Hele sıcak, yumuşak, pof pof tüylü bir kediciğin insanının karnının üstünde mutlulukla pörr’lemesi hiç değil!
Sanki bu his helikoptere binmek gibi biraz, pervaneler dönmeye başlamış ama henüz yüksek hıza ulaşılmamış, tam o ara. Hani araba gitmeye başlar ve tekerlekler önce ağır ağır döner, sonra hızlanır, hızlanır ve görünmez olur ya. Onun gibi, baş döndürücü, biraz iç bulandırıcı bir his.
Öyle bir pırpır ki bu, kendi rüzgârıyla kendini üşütüyor. Sanki vücudum kimsesiz bir çocuk yurdu ve her gece kalbimin üstü açık kalıyor. Uyurken büzülüyor bu kalp, çocuk, kasılmış bir halde uyanıyor, ısınmak için hareket ediyor. Zıplasın mı, koşsun mu, fazla ses çıkarmadan ne yapsın bilemeden çelimsizce debeleniyor. Bir ara başka yataklara, arkadaşlarından birinin sıcağına sığınmak geçiyor aklından. Sanki yataklar yatak değil hücre ve başkasınınkine girmek düşünülemez bile. Çırpındıkça daha çok rüzgâr yapıyor etrafında, yaprağı uçuracak kudreti olmayan bu rüzgâr bile içini titretmeye yetiyor.

Pırpır hiç beklenmedik bir anda, şıp diye damlıyor tepeme. Kafasına esince de “hadi bana eyvallah” bile demeden sıvışıp gidiyor. “Anksiyetedir o! Sinir var herhalde sizde bir miktar, belki, bir ihtimal? Asabi yaradılışlı olabilir misiniz? Vah vahh! Panik atak da var mı? Durup gülleri koklamaya en son ne zaman vakit ayırdınız?” diyen ilgi dolu seslerinizi duyar gibiyim. Herkes gibi ben de, Prozac devrinde bomba gibiyim!
Aslında biliyorum ne diyor kalbim bana. Herkes tanır kendi kalbinin sesini zaten, değil mi? Dinlemeyi ihmal eder, o başka! Bu, kalbimin dilinden “Yeter!” demek. “Yeter, şu anda ne yapıyorsan bırak, elindekini sakince koy yere ve uzaklaş.
Bir sahil var mı sizin oralarda? Sessiz, hatta tercihen kimsesiz? Koş, git oraya. Kuma otur. Ayaklarını kurtar onları sıkboğaz eden her şeyden. Daldır kumların arasına, daldır daldır. Ellerini de sok sana kucak açan yeryüzüne. Kaynaş onunla, kendini korkak alıştırma. Hatta ne diyeceğim bak. Sen en iyisi boylu boyunca uzan kuma, yat gitsin. Saçların mı, iki kere şampuan, tamam, eve gidince beş dakikada temizlersin.
Yok mu su hiç sizin oralarda? Olsun! Ümidi kesmek o kadar kolay olsaydı, insan nesli hayatta kalır mıydı? Su yoksa ağaç da mı yok? Şimdi en yakın ağaca git. Önce şöyle bir kolaçan et çevreyi, bak bakalım, etrafta ilk fırsatta ‘deli geldi’ diye bağıracak kaç kendini bilmez var? Malum bu toprakların şuursuzu bol, empati fakiri ve gaddardır. Buralarda aykırı da olunamaz, cezası ağır!
Ağacı buldun mu sen bu arada? Boş ver başkalarını, koş sarıl ona. Bak nasıl iyi gelecek yüreğine. Belki dallarıyla saçını okşayacak ağaç, belki atalarından ezgiler mırıldanacak, belki de sessizliğin içinde birlikte soluklanmak yetecek; için ferahlayacak. Ağaç da mı yok ya da kuru gürültü mü çok?
Tamam, o zaman, eve, ofise, kendi başına kalabildiğin yere git, kapat kapıyı pencereyi. Ses çıkaran ya da çıkarabilecek olan her şeyin fişini çek. Bir mum yak, biraz lavanta yağıyla yumuşat havayı. İster yatağa, ister varsa ılık su dolu küvete uzan. Hiçbiri yoksa bile elinin altında, mis gibi dört duvar, tek başınalık ve sessizlik ayarla! Ve her şeyden önemlisi kendine durma izni ver. Durup dinlenme izni! Sessizliği, sakinliği, durağan olanı, yüreğinin huzurla çarptığı anları hatırla. Hayat bir yarış değil ve yaşamak yarışmak değil unutma.

Gözünün önüne getir: Yaşam dedikleri duru bir su ve sen de onunla dünyayı dolaşan lotusu. Su akıyor, bir nehir kayasının üstünden zıplıyor. Suya taşınmış bir ağaç gövdesinin etrafından dolaşıyor. Koca göbekli bir kurbağa imrenerek bakıyor yolculuğunuza. Bir salkım saçak yansımada saçlarını düzeltirken seninle göz göze geldi şimdi. Rengi turuncuya çalan sarı bir yaprak atladı atlayacak suya.
Daha görecek çok yer var, yaşayacak çok şey var. Takılma sazların etrafında biriken çamura. Ana karışarak ak. Akarak var ol. Her şeyin parçası ve tamamlayıcısı olarak, anla ve yaşamla tamamlanarak… Hayata hırsla koşma, bırak o sana gelsin. Gelecek zaten, eli mecbur. Hiçbir şey sonsuza dek sürmez ki. Hiçbir şey hep aynı kalmaz ki.
Nehrin suyu oralardan ulaşıp gözlerine mi yerleşti? Burnunun içini mi yaktı şu ana dek biriktirdiklerinin şiddeti? Yetti mi dedirtti? Boğazına mı indi zırıl zırıl ağlama isteği? İyi ki! Hoş gelmiş başa gelen. Bırak en iyi bildikleri işi yapıp içini yıkasın gözyaşları. Yüzünü, ruhunu. Onlardan iyi ne paklar pırpırları?
Bir gözyaşları, bir de nineciğinin nane şekeri kokulu kucağı…
“pırpır yürek, zen ve kurbağa” üzerine 0 görüş