anne babalar da insandır

Çocukların boy hizasından bakıldığında anne babaların insan olarak göründüğüne pek aklım kesmiyor. Kediler insanları insan olarak değil de büyük kediler olarak algılıyormuş ya. Bence çocuklar da anne babalarını büyümüş ve çokbilmiş çocuklar olarak görüyor olabilirler pekâlâ. Bu doğru olmaya da bilir tabii; benimki kendi halinde, tek kişilik beyin fırtınası çalışmaları!

Öte yandan, çocukların yaşlarına, cinsiyetlerine ve bilinç durumlarına bağlı olarak anne babalarını adlandırdığına ve vasıflandırdığına adım gibi eminim. Neler olabilir bunlar mesela? Bence şunlarla başlayabiliriz: Bebek bezi koklayıcı, emince süt fışkırtıcı, ıslatan ve köpürten, üşüyünce anlayıp örten, üşümediğini anlamayıp ha bire terleten… 

Sonra çeşitleniyor ifadeler ve diyaloglar tabii: Bak dönebiliyorum, hop havada yakalayan, hop kıl payı ıskalayan. Bak bana, bak artık emekliyorum, yürüyorum hatta derken, tak, ben düşmeden tutan, ühühü, kafa üstü çakılırken dev gibi gözlerle bakan. “Anne de yavrum”, “baba de bakayım” diye yalvaran bakışlar atan dört göz. “Şimdi yürüyorum, konuşuyorum, hayattan, onlardan, ayılardan, parkelerden, sabundan tiskiniyorum.” “Gitmiycem, ben evde kalcam, sen git!” “Gitme. Gitmeeeeeeeeeeeee! Beni de götür.” 

Anne baba giden, anne baba yuvaya götüren; anne baba hep eve dönen, anne baba hiç unutmayan, bazen hava kararsa da gün sonunda hep gelip alan. Anne baba giden, anne baba okula götüren; anne baba hep eve dönen, anne baba hiç unutmayan, bazen hava kararsa da gün sonunda hep gelip alan.

Anne baba ismi ve tanımı dünya döndükçe değişiyor: Dünyadan haberi olmayan. Süper kahraman. Hiçbir şeyden anlamayan. Her şeyi bilen. Canımın içi. Başımın ağrısı. Gurur kaynağım. Utanç abidesi. Güzeller güzeli. Tipsiz rüküşün teki. Canımı armağan eden! Hayatımı dar eden!

Tanımlar yaşlar değiştikçe değişiyor. Bakanın gözleri ve bakılanın hali değiştikçe de. Bazen yaşanıp bir kenara bırakılan duygular ve düşünceler, aradan seneler geçince yeniden anlam kazanıyor. 

Çocuklara göre süper kahraman ve canavar arasındaki çizgide yer değiştirerek var oluyor anne babalar. Yani onlar insan değiller.

İşin komiği, anne babaların kendisi de anne baba olunca adeta insanlıktan çıkıyor. Hele de ilk çocukta! Dünyası şaşıyor insanın biranda! Ama burada annenin sadece uyuyamadığı, dinlenemediği, doğru dürüst beslenemediği, istediği kadar sık duş alamadığı, saçını tarayamadığı, tuvalette bile rahat edemediği ve üstündeki bebek kusmuklu ya da tükürüklü bluzun kokusunu bir süre sonra alamadığı için insanlıktan çıkmasını kastetmiyorum. Tabii, o da var azıcık! İnsan o kokuyu nasıl fark etmez, bence insan olan eder, etmeli yani öyle değil mi?

Kastettiğim şu: Öyle bir başına başına vuruyor ki hormonlar, doğa ananın insan analarına kıyağı mı diyelim, kazığı mı diyelim artık bilemiyorum, suni sancı yanında ne yazar! Sen artık bir insan değilsin, olamazsın! Çünkü insan kalsan, gereken her görevi layıkıyla yapamazsın! Yeri gelecek kartallar, atmacalar saldıracak belki yavruya, ne yapacaksın, sorman hata, tabii ki kanatlanacaksın! Yılan sızacak belki bir yerden yavrunun yakınına, artık şehirde yılan nereden çıkıyorsa: Sürüneceksin, ardından deliklere gireceksin, dişlerinle onu lime lime edeceksin! Yıldırım düşmeye kalksa, şak, delice bir refleksle havada yakalayacaksın, şöyle bir buruşturup elinin tersiyle geldiği yere gerisin geriye yollayacaksın!

Sonra ekmekte GDO mu var, bileceksin! O oyuncağın demir yerleri bir garip mi parlıyor, o oyuncakçıyı doğduğuna pişman edeceksin. Çamur yağmuru mu geliyor, hissedeceksin! Servisteki hosteste bir gariplik mi var, kokusunu alacaksın! Seninki sen bakmıyorken oyun hamuru mu yiyor, gerekirse sen de yiyeceksin! Onu doğadan insandan, doğudan batıdan, toplumdan ve kendi şuursuzluğundan koruyacaksın. Sana biçilen görev bu! Elini vicdanına koyan cevap versin: İnsan dediğin insan yapabilir mi bunu?

O zaman ne yapsın annecik babacık insan olduğunu unutmasın da. Eskiden dedeler, nineler varmış. Büyük mutlu aileler… Daha kolay kaynayan ocaklar ve anne baba ha bire çalışıyor diye yüzlerine hasret kalmak zorunda olmayan çocuklar varmış. En çok da “çocuğu büyütmek bütün köyün işi” lafı buruyor içimi. “Tamam, o zaman, saat beşte köy çeşmesinde buluşalım, imece usulü hasadı kaldırdıktan sonra barış şarkıları mırıldanarak çocukları yıldızların altında uyutalım. Sonra da para ağacına uğrayıp bu ayın masraflarına yetecek kadar para toplarız, herkes lazım olan kadarını alınca oradan da evlere dağılırız.” 

Bana uyar, sana?

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 237

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: