İçimdeki yangın o kadar azgın ve oburdu ki…
Ondan kaçmaya çalışırken kendi ürettiğim rüzgârdan bile beslendiğini bilsem de durup oturamadım bir köşeye.
Sanki kovanına çomak sokulmuş bir oğul peşimde değil içimdeydi ve yeterince hızlı koşabilirsem koynuna dalabileceğim su, yanan göğsümü serinletecekti.
Ardından koştuğum şey çareydi, aksiyse yanan evde saçın alev almışken bacak bacak üstüne oturup küçük parmak havada çay yudumlamak gibi imkânsız bir şeydi…
Avutamazsam gönlümü ölecektim sanki.
Boğazım tıkalı, göğsüm dar,
Kalbimde bangır bangır tamtamlar…
Şimdi dönüp bakınca avunmaya akıttığım enerji kendimi sağaltmaya yaradı mı diye merak etmeden duramıyorum. İlk bakışta çok yakın sanılmasalar da özünde uzaktan akraba gibi görünüyorlar yine de gözüme…
Düşünüyorum da “peki, avunmayı gerektirecek şeyler” daha az olsaydı ya da “yüreğim daha sağlam, daha az pırpır?” ne olurdu o zaman? Daha mı yumuşak ve pürüzsüz akardı zaman?
Çok yoğun duygularla yazılmış, okurken hüznü hissedebildim. Kaleminize sağlık.
Sağolun 🙂 Umarım mutluluğu hissedebileceğimiz günler de yakındır…
Elinize sağlık, yine hisli bir yazı…
Bizi biz yapan, insan yapan hislerimiz…