Sorunlarımızın çoğu çözümünü bilmemekten değil çözümü hayata geçirmemekten kaynaklanıyor. Doğruya doğru, durum bu! Özellikle toplumlar için geçerli bir gerçek bu, bazı bireysel meseleler için de tabii. Neticede işin içine canlı girdi mi, hele de insan, konunun dallanıp budaklanması, çetrefilli salkım saçaklardan yıldızsız gecelere, ansızın kopan fırtınalardan yapış yapış sisli günlere dönüşmesi işten bile değil. Dönüşüyor da zaten!
Mesela anlaşılır iş değil, neden kadın erkek eşitliği hala bir durum değil de bir sorun? “Kadınla erkek aynıdır” demiyor ki kimse, aynı da değiller zaten. “Eşittir!” diyor. Bak örneğin, ofis işleri yapmaktır, matematik problemleri çözmektir, zihinsel işleme ya da üretimdir gibi konularda bir farkımız yok. Zaten kimse de bariz farklılıklarda eşitlik olduğunu iddia etmiyor. Erkeklere “illa tütü giy ve Kuğu Gölü’nde “kuğu”yu oyna” kadınlara da “işi gücü bırak, erkek serbest grekoromen güreş yarışmasında erkeklerle güreş tut” demiyor!
ASLAN OĞUL
İnsan soyunun devamı için gereken çoğalma işleminde bile bir matematiksel bir eşitlik var. Bebeğe geçen kromozomlar eşit sayıda! Tamam, muhtemelen bu kutsal görev sırasında açığa çıkan hazzın çoğunu erkek alıyor, tamama ermesi noktasındaysa acının hepsini kadın çekiyor ama olsun! Kromozom sayılar eşit ya, o bile doğanın bir işareti!
Peki o zaman niye hala “kadın erkek eşit mi?” sorusu sorulmaya devem ediyor? Evet eşit eeee, o zaman neden yapılan aynı işe ödenen maaşlar aynı değil? Neden toplumsal kurallarda, gelenek göreneğin, örfün törenin çoğunda tahterevalli hemen her zaman “aslan oğul”lardan yana?
Çünkü sistem onu yeniden üretecek insanları üretiyor…

Malum, her ailenin nimeti ve zehri başka… Ama aile denen kurumun kendisi bile, özellikle de bilimden çok geleneğin izinden giden toplumlarda, erkeği tutuyor. Ağaç yaşken eğiliyor yani… Tohum kızsa ya ziyan ediliyor, ya verimsiz toprağa atılıveriyor. Kızların çoğu daha beş altı yaşlarındayken erkeklerin kızlardan daha üstün olduğuna ikna edilmiş oluyor! Ne büyük yalan, ne acımasız ziyan!
Peki ya öğretmenler, evdeki savaşı kazanıp karşısındaki sıralara varmaya hak kazanan kızları ötekileştiren bazı öğretmenler? Kendi arkaik kabullerini “gerçek bu” diye genç zihinlere belletenler? Dahası küçücük kızlara faydalı bilgiler öğreteceklerine onları kendilerinden şüpheye düşürenler…
Bu bazı öğretmenlerin arkasında, genç kadınların kalan direncini de kırmak için sırasını bekleyen bazı akademisyenler… Üniversite diploması alınsa bile bu kez de sahnedeki rolünü alan, daha çok isteyip daha az ödemeye hazır olan bazı patronlar… Maaştan saygıya, terfiden takdire, her şeyin azına layık görülen kadınlar…
BOYNU BÜKÜLEN KADIN
Adil ve eşit yasaları kabul eden yasa koyucular, bunları itinayla uygulayan yargı mensupları, zayıfın tarafını tutmayı görev bilen kolluk güçleri… Doktorundan muhtarına, bakkalından kapıcısına kadına destek olmayı içselleştiren bir düzen…
Hele körpe ve güzelken, hele veresiye yazdırmak gerekirken, hele yeni boşanmışken, hele okul kitaplarına para yetiştirmek için her gece makarna yerken, hele genç yaşında dul kalmışken… Hele minik etek giymişse, hele dışarı çıkıp biraz eğlenmek istemişse, hele makyaj yapmışsa, gülümsemişse, nazik bir söz etmişse, dans ettiyse, kahkaha attıysa…
Hele adamın biri sokak ortasında Allah yarattı demeden bir kadına vururken, hele kadın “polisi arayın” diye camdan bakanlara, “yapma” diye adama yalvarırken yediği yumrukların arasında… Hele o kadının birazdan kimsesiz kalacak çocuğu da tüm olanlara bir daha asla unutamamacasına şahit olurken… Bir kadın daha gırtlağı kesilerek sonsuza dek susturulurken ve tüm hayalleri kaldırımda akan kana dönüşürken…
Ezile ezile boynu bükülen kadın… Rızasıyla kabul ettiğinden değil gördüğü şiddetten boynu eğrilen kadın… Bütün bu badireleri aşa aşa yaşama hakkını defalarca hatırlatmak zorunda kalan kadın bir yanda… “Kadın çiçektir” derken “çok sevdiği için” boynunu kırıveren bazı adamlar öbür yanda…
Hepsi Ortaçağ kaçkınlarından oluşan zıpkın gibi bir takım sağ yanda… Solda, kalbin yanındaysa oyunun kurallarını kimsenin öğretmediği, daha önce ayağına top değmemiş; sahayı, oyunu ve hatta takım arkadaşlarını bile daha önce hiç görmemiş kadınlar… Neredeler, ne oluyor anlayamadan üstlerine abanacak erkekler birazdan!

KADINA KALKAN ELLER KIRILSIN
“Organize suç örgütü mü bu ya” diye sorsun aklına kurt düşen birileri… “Yok ya, o bizim toplum” desin düzen koruyucu diğerleri. “Tüm dünyada vaziyet kötüye gidiyor” diye uyarsın kimisi… “Yok, coğrafya hepsi bu işte” diye cevap versin bilmeden konuşma ustası öbürleri… “Başka bir dünya mümkün” diye haykırsın canına tak eden kimileri “Ama niye ki gül gibi yaşayıp gidiyoruz işte” diye yanıt versin mevcut düzenden beslenen kalp fakirleri…
Oysa hani yirmi üçer kromozom vardı? Nerede matematik? Dünya halkının yarısının aklını, yeteneğini, becerisini kullanmadan nasıl tam olur insanlık? İnsan denen koca potansiyelin yarısını nasıl “buna gerek yok” diye atarız çöpe? Hangi vicdana, hangi akla mantığa sığar bu?
Sistem, ısrarla onu yeniden üretecek insanlar ürettiği için yeniden ve yeniden üretiliyor özündeki eşitsizlikleri köpürterek. Sistem kendini var etmek için kadınları kurban ya da yok ediyor. Oysa insan soyunu var eden kadın… Eli neye dokunsa onu iyi eden kadın. Mesele çok uzun, çok karmaşık… İyisi mi özet geçeyim: Kadına kalkan eller kırılsın!
merhabalar..
dünyanın özellikle de ülkemizin ve geri kalmış ülkelerin derin bir yarasına değinmişsiniz. sözlerinizi hem hüzünlenerek hem de maalesef gerçek olduğu için onaylayarak okudum. “Sorunlarımızın çoğu çözümünü bilmemekten değil çözümü hayata geçirmemekten kaynaklanıyor.” cümleniz tüm eşitsizliğin özeti gibi âdeta. haksızlıkları da, adaletsizlikleri de, eşitsizlikleri de hepimiz biliyoruz fakat vicdanlarımız körelmiş. ne kadar gerçekleşir bilemiyorum fakat hem ülkemizde hem de dünya halklarında kadın ile erkek arasındaki ayrımcılığın, eşitsizliğin son bulmasını temenni ediyorum.
sağlıkla, huzurla, sevinçle kalın..
Merhaba,
Çok haklısınız, temennilerinize canı gönülden katılıyorum.
Daha adaletli bir dünyanın daha insaniyetli evlatların çoğalarak el ele tutuşmasıyla sağlanacağına inanıyorum.
İyilikle kalın, iyi kalın sevgili Ohen
Elleri kıriliyor bazen ama çabuk iyileşiyorlar, eller olmazsa ayaklar başlıyor, dil hiç susmuyor zaten. Akıl ise gökyüzünden izliyor babacan tavrıyla, onaylayarak olup bitenleri.
Sadece kirmamaliyiz demek ki, hakkettiği gibi tarihin karanlık delhizlerine gommeliyiz. Ama sadece eli, ayağı değil.. Bunu yaratan, besliyen, yeniden üreten tüm toplumsal yapıları, düşünce sistemlerini ve kurumlarını…
Kim neyi nasıl anlayacaksa onu o şekilde teker teker izah etmek gerekiyor belki. Ama korkarım mesele anlatamamaktan ya da anlamamaktan değil anlamak istememekten kaynaklanıyor!
Sistemin ekmeğini yiyenler, kendi rahatlarının devamı için düzene teker sokulmasın istiyor belki de. Oysa çoğunluğun iyiliği için ayrımcı zihniyeti değiştirmek, farkındalığı artırmak, nefreti değil sevgiyi ve anlayışı çoğaltmak gerekiyor.