kulağımızdan aklımıza sızanlar

Doğruya doğru! İnsanın içini ısıtıyor ona dair olanın takdir edilmesi, beğenilip onaylanması… İlkokul öğretmeninin “Aferin, ne gayretli çocuksun” demesi mesela. Ya da babanın “Akıllı evladım” diye saçını okşaması… Annenin seninle gurur duyduğunu söylemesi… Hatta oğlunun “En güzel çukulatalı keki benim annem yapar” ya da kızının “benim babamın elleri daha büyüüük” diye gözlerini kocaman açarak böbürlenmesi…

Ama saydıklarımla kalmıyor tabii… Onlarla sadece başlıyor: Ailenin geri kalanı, uzak yakın akrabalar… Sonra şüphesiz okul ya da iş çevresi. Profesörler, asistanlar, patronlar, müdürler, amirler… Arkadaş grupları, hobilerden tanışılanlar, konu komşu… Unutmak olur mu, son yıllarda sosyal medyadan “tanışılan” yığınlar, göz aşinalığı olanlar, olmayanlar, “arkadaşın” “arkadaş”ı veya nınının nınısı… 

Ağzından çıkanı bilenler ve ne dediğinden haberi bile olmayanlar… Bir arabayı bırak, bir kamyon hatta bir uçak insan! Yoldan geçen, aynı bakkaldan çekirdek alan, apartmanda başkasını ziyarete gelen…. Bu insanların kaçı ne bilir benim hakkımda? Ki kendinde bizimle ilgili konuşma hakkını bulabilir? Diyelim ki var bir miktar ortak mesai… Seni beni az biraz tanıyor… Peki hayat hakkında, yaşamak hakkında neler bilir… Ve daha da önemlisi ortak değerler var mı? Hangi konularda ne kadar derin ortalıklar mevcut? O nasıl bakar benim dokunulmaz dediğime, en sevdiğime…

Aynı okulda okuyup başka takım tutmak, başka şair okumak ya da başka şekilde oy kullanmak pekala mümkün. Bunları yaparken bunu yaşam biçimi haline getirmek, fanatiği olmak ya da kendinden olmayanı çamura bulamak da… 

HEPİMİZİN İÇİNE BİRAZ TOPLUM KAÇMIŞ

Hayat uğraşısında çok derin bir bilgin ya da dünkü çocuk olmak… İyilikten ve temsil ettiklerinden ya da nefretten, dedikodudan, başkasının kabaran yüreğinden beslenmek mümkün…

İyi ki ve maalesef sosyal varlıklarız. Konuşmayı, kendini beslemeyi, yürümeyi, altını temizlemeyi becermekten çok çok önce göz göze bakmanın ve gülümseyerek gönül kazanmanın önemini doğuştan bilen bebekleriz. Okulla, televizyonla, mahalle arkadaşıyla sosyalleşen çocuklarız. Hayata her geçen gün daha çok karışarak büyüyen gençleriz, yetişkinleriz, güngörmüşleriz…

O yüzden hepimizin içine biraz toplum kaçmış… Kaçıyor da hala… Beğenmediğimiz erkek dil bile dikkat etmezsek dilimize dadanabiliyor mesela. “Böyle de şarkı mı olur” dediğimiz o kadar sık çalınıyor ki sonunda dilimize takılıyor. En olmaz olsun dediğimiz durumlar etrafımızda tekrarlana tekrarlana bizim için de bir miktar normalleşebiliyor. İyisiyle kötüsüyle, toplum her an içimize sızmaya devam ediyor…

Bu sabah 19 yaşındaki kızını kaybeden annenin pişmanlıkla dolu haberini okudum: Aile halkından kimse aşı olmuyor. Hiçbir sağlık sorunu olmayan kızları üniversiteye başlamadan hemen önce kovide yakalanıyor. İki hafta savaşıyor. Daha fazlasına gücü yetmiyor… Ailenin geride kalan fertleri hemen gidip aşılarının ilk dozunu olmuş. Annesi dövünüyor şimdi… “Eşin dostun etkisinde kaldım, aşı olmadım. Oysa böyle yapmamalıydım, onu aşı olması için zorlamalıydım. Kafamdaki ya da hayatımdaki insanların beni bu kadar etki altına almasına razı olmamalıydım…”

Fark etmek ilk adım: Kafamızın içine sızmayı başaranlar kimler? Bunların hangilerini dinlemeye değer? Hangilerini süpürgeyle kovalamak gerekiyor? Kimleri hemen defetmek lazım ki güzel kelimeler, iyi niyetler, doğru yolu arayan düşünceler kalsın aklımızın içinde? Bunlar diğer ayrık otlarından kurtulup rahat nefes alsın, çoğalsın.

Bugün arınma günü olsun! Temizlik başlasın!

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 237

kulağımızdan aklımıza sızanlar” üzerine 0 görüş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: