iyilik savaşçısı

Çoğumuz alınterine, adabı muaşeret kurallarına, kadın erkek eşitliğine, kul hakkına, akraba sevgisine, komşu teyze saygısına, otobüste ayakta kalan yaşlı gazi hürmetine ve buna benzer, şimdi naftalinlenmeden kaldırılmış birçok kurala bağlı kalarak yetiştirildik. Belki de o yüzden, bizler köşe dönme furyasında kenarda durup fara bakan geyik gibi kalakalanlardık. 

Ahlakın yanı sıra bir din ya da inanç nosyonu da verdiler bize. Ve belki bu nedenle, bu kez de dinini en göstere göstere yaşayabilen yarışmasında dışarıda kaldık. Çünkü Yaradan’la kulu arasına girilmez diye inanmıştık bir kere. Gördüklerimize aldırış etmemeye çalışarak bildiklerimize sarıldık.

Şimdi bizim kuşak anne baba oldu. Emekleyip elma püresini gözlük camına tükürenlerden, ABC’leriyle uğraşanlardan “Bize bir araba sözü verilmişti” diyenlere bir dolu yarı şuurluyla aynı çatı altında yaşıyor bir kısmımız. Varlıklarına şükürler olsun diye fısıldayanları duyabiliyorum, katılıyorum. 

Öte yandan, anne baba olmanın en hayati yanı, yarı şuursuz olan heykel hamurundan insan olacağa el vermekse eğer… Burada elzem bir ahlaki, dini ve hatta felsefi; özetlemek gerekirse varoluşsal bir sorunla göz göze geliyoruz sanki. 

Tamam, anladık, bebeği, çocuğu, genci kendisinden ve çevresinden gelebilecek tüm tehlikelere kapalı ve tüm iyiliklere açık hale getirmeye çalışacağız. Ama tehlikeleri abartmadan anlatacağız ki hayata küsmesinler. İyilikleri de dengeli anlatacağız ki kapıda camda iyilik perisini bekleyerek ömür tüketmesinler. Peki, buraya kadar anladık diyelim.

Bir de tabii en temel konu çocuğu bozmadan hayatta tutmaya çalışma prensipleri. Kurt kuş kapmasın, hormonlu yemesin, cereyanda kalmasın, kötü arkadaşlar edinmesin falan da fiş mekan. Bunları da kavradığımızı varsayalım.

İdeal olan nedir? 

Toplumsal ve küresel sosyal ve ahlaki değişimlere uyumlanabilen ama omurgasız olmayan, tüm koşullar altında iyilikten yana duran ama kendi paçasını kötülüklere kaptırmayacak kadar güçlü olmayı başaran, küçüğe merhametli büyüğe hürmetli, her insana, her cana sevgiyle yaklaşan ama kalbinin kırıklarını dünyanın sonu yapmayan ve bu arada kendi hayatına sahip çıkarak kendini gerçekleştirirken varolmanın tadına varan bir insan…

Okumak bile zor bunu, bırak onu denemeye kalkmak, gerçeğe taşımak!

Ama artık distopyalardan bıkmadık mı? Herkes kendi toprağınca bir tatlı şirin ütopya büyütse gönlünce, sonra onlar büyüyüp gelişip arkadaş olsa. El ele tutuştukça çoğalsa ve bir ağızdan söyledikleri şarkılar gökleri tutsa…

Sonra kadın aniden uyandı: Çocuk mu yetiştiriyordu rüyasındaki o insanlar yoksa iyilik savaşçısı mı? Emin olamadı! “Ne acayip rüyaydı be!” diye mırıldandı. Emzirmesi bitince yanına koyduğu oğlunu koynuna aldı, aniden ağlamaya başlayınca. “Ağlama aslan oğlum, erkek adam ağlar mı? Benim oğlum büyüyünce asker olacak. Mehmet’im benim.” diye diye oğlunun varla yok arası saçlarını okşadı, bıngıldağı kapanmamış yumuşak başını kokladı. Her şey yeniden başladı…

iyilik savaşçısı” üzerine 0 görüş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: