lütfen git!

Bitmiyor, bitmiyor, bitmiyor! Günlerdi, haftalar, aylar oldu, senesi geliyor. Korona başımızdan gitmiyor. Nuh demiş, peygamber demez türünden bir inatla çökmüş gezegenin üstüne, bir türlü gırtlağımızı bırakmıyor. Bir nefes sıhhatimizi bize çok görerek ciğerlerimizden söküp almak için yayılıyor, büyüyor, çoğalıyor. Üstümüzde, çevremizde, ellerimizde, görünmez karanlık bulutlara dönüşüyor.

İlk çıktığında, bu devirde, medeniyet bu kadar ilerlemişken pehh, bu bize vız gelir tırıs gider sanmıştım. Kara veba, İspanyol gribi bile silindi şu yaşlı dünyadan. İnsan kızlarıyla oğlanları neler atlatmadı ki diye kendimi avutmuştum. Ne olacak? Biraz eve kapanırız: Ekmek yapıp desen karalarız, ailemizle zaman geçiririz diye diye moralimi yüksek tutmaya çalışmıştım. 

Ama ne bu kardeşim ya! Aylar aylar geçti aradan, tık yok. Hala çaresizce ışığa uğurluyoruz sevdiklerimizi. Eksiliyoruz, azalıyoruz, daralıyoruz…

Hani bilim, teknoloji çok ileriydi? Taksim-R. Hisarüstü hattı gibi aya gidip geliyor, Mars’a süt almaya maymun yolluyor, Uranüs’ten salyangoz toplayacağımız günlere hazırlanıyorduk. Yok, efendim bir aşı varmış, yüzde yetmiş koruyormuş ama yan etkisi çokmuş. Öteki çok iyiymiş ama buz olmayınca, küt ölüveriyormuş, etkili olmuyormuş. Öbürü varmış, bir dozu yetmiyormuş, iki doz gerekiyormuş ama o ama bu! Üç de yetmez beş tane, ver ver ver! 

Nedir yani? Ben mi bulacağım aşıyı evdeki mutfakta? Türkçe Sosyal okuduk valla biz, iş bana kaldıysa bir değil iki kere öldük!

Devletlere bakalım: Çat mağazaları, ofisleri, okulları kapa, hasta sayısı azalsın. Aaa bitti bu galiba san, yeniden aç hepsini. Ekonomi uf olmasın diye. Hadiii fora, millet yine dökülsün sapır sapır. Vaka, hasta ve kayıp sayısı yeniden artsın. Sonra tam azıcık toparlansın millet. Öyle yani!

Aç kapa, aç kapa! Kafaya gel!

Koca koca kurumlara, uluslararası sağlık organlarına bak! Orada toplantı, kurabiye kahve molası; burada duyuru, basın toplantısı. Eee sonra? Ellerini yıka, maske tak, mesafeni koru. Döne döne aynı şeyler! 

Bir kısım insansı zaten yapmıyor bunları. Yapmaları teklif bile edilmez çünkü! Özgürlükleri kısıtlanıyormuş, yazıııık! Hatta süpermarkette iki kişilik çeteler halinde maske takanları köşeye sıkıştıran maskesiz şuursuzlar bile var. Çocuğun yüzüne yaklaşıp öksüren mi istersin, pozitif pozitif yiyeceklere tüküren mi istersin? Manyakların sayısı normallerinkinden çok zaten, sayıca üstünlüğü ele geçirmiş durumdalar ve bence giderek çoğalıyorlar.

Nasıl çoğalmasınlar? Aşı var gibi ama yok gibi. İş şu anda var ama her an yok olabilir. Her saniye ölüm seni veya sevdiğin birini seçebilir. Ve senin elinden gelen hiçbir şey yok. Varsa yoksa: Ellerini yıka, maskeni tak, mesafeni koru! Ellerimi yıkamaktan küçüldü ellerim! Her renk kıyafete uygun maskem var, yakında eve tekstil atölyesi kurup seri üretime geçeyim diyorum, oyalanırım. Zaten hep mesafeli biriydim, artık yalnızlıktan ne hissettiğimi ne sen sor ne ben söyleyeyim.

Taksim, Gümüşsuyu’na çıkarken bir lunapark vardı eskiden İstanbul’da, Küçükçiftlik Parkı diye. Sonradan etkinlik alanı olmuştu, şimdi ne halde kim bilir. O lunaparkta bir zamanlar bir alet vardı, takatak mı ne adı. Sen binerdin, oyuncağı çalıştıran sadist hafiften başlar sonra hızlandırır, aleti titrete zıplata seni düşürmeye uğraşırdı. İçin dışın bir olur, tutunmaya çalışmaktan ellerini kızarır, bağırmaktan sesin kısılır, sağa sola çarpılan yanların morarırdı. Durunca, sen tam titrek adımlarla yürümeye başlayacaksın kapıya doğru, yere kapanıp toprağı öpeceksin. Hop yeniden başlardı tangırtılı çalkantı. Eski, mutlu günler! Ne rahat, ne huzurluymuşuz meğer!

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 240

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d