Bu hikâye benim değil ama yazılması gerektiğini hissettim…
Sabah rutinimin bir parçası olarak kahveyle yüzümü yıkayıp musluktan kana kana su içiyorum. Adımlarıma yapışık olduğumdan, farkında bile olmadan “nerede kaldın, ben geleli bir saati geçti?” diye soran güneşin çoktan yerleştiği gündüz odasına çekiliyorum. İlk iş, gönüllü olarak uzağımda bıraktığım ama kıyamadığımdan birazını koynuma saklayıp yanıma aldığım memlekete göz atıyorum Twitter’da, ben uyurken neler olmuş görmek için.
Her zamanki gibi tatsız konular, hırçın sataşmalar gırla… Güneşten gözlerimi kaçırdığım gibi onlardan da zihnimi kaçırıyorum. Tam ekranı kapatıp buradaki ezbere yaşantıma dönmeye hazırlanırken görüyorum onu: İrfan Alış yazmış uzun uzun. Peyk grubu olarak bir doğum günü partisinde çalmak için davet aldıklarını, gitmeye pek de gönüllü olmadıkları için yüksek fiyat geçtiklerini ve buna rağmen teklif kabul edilince biraz da istemeye istemeye doğumgünü partisine gittiklerini anlatmış.
Gittiklerinde nasıl bir ortam beklediklerini az çok tahmin edebiliyoruz sanırım. Ama bu sıradan bir doğumgünü değilmiş. Müziğe aşık bir gencin, bu dünyadaki son doğumgünü kutlamasıymış… Öyle şey de olur mu diyebilir bazıları. Hele de bizimki gibi birini yerlere göklere koyamayarak övmek için genellikle ölmesini beklediğimiz bir memlekette…
Oysa birini yitirmeden değerini bilmenin, ona onu ne kadar sevdiğini dolu dolu söylemenin, yaşam hala sürerken dirliği kutlamanın ne güzel bir yolu bu bence. Neyse…
İnsanlar içeride güle ağlaya dans eder, müzik dinlerken Peyk üyeleri doğumgünü çocuğunun yanına gitmiş. O, bir hasta yatağında yatan, her yerine hortumlar, borular, serumlar bağlı, belli ki zamanı alabildiğine azalmış bir genç adammış.
Sevgili müzisyenlerimiz içlerinden “keşke bilseydik en baştan, koşa koşa gelirdik” diye geçirirken yatağa yaklaşmış ve anlattıklarını dinlemeye başlamış. Teslim Olma albümündeki “İçimdeki İz” şarkısından bahsetmiş hep genç kalacak adam, zor çıkan sesiyle. Onu ilk dinlediğinde ne kadar etkilendiğini anlatmış.
Peyk adını bir hayalden bizi hayalden hayale sürükleyen bir gerçeğe dönüştüren Peyk üyeleri o kadar etkilenmiş ki ömrü yeni albüme yetişmeyebilir diye ona yakında çıkacak albümlerinin kaydını hediye etmişler. Sonra da kendi deyimleriyle hiç çalmadıkları kadar iyi çaldıkları bir konser…
Teslim olmayı ve içimizdeki İzleri düşündüm bunları okuyunca. Kimlerin içinde acı tatlı ne izler bırakarak geldik bugüne. İçimizde kimlerden kalan iyi kötü izlerle giriyoruz her gece yatağa… Kimleri sevdik, kimlere kendimiz olabildik, kimlerin yanımızdayken kendileri gibi olmalarına alan açarak gerçekten var olmalarına imkân verdik. Naif ve zarif, içten ve sahici, kırılgan ve güçlü insanlar iyi ki varlar…
Ve umarım “İçimdeki İz” şarkısını ilk dinlediğinde hayra alamet olmadığını bilse de ve “İçinde hüzün, bitişi yazın” sözündeki vedayı hissetse de bu delikanlı… Umarım “yüzünü güzel kadınların öptüğü ve uyanmaktan korktuğu bir rüyaya” uğurlanmıştır onu toprağa uzattıklarında. Umarım, acının artık bittiğini anladığı ve yeniden sonsuzluğa karıştığı, uyku ve uyanıklık arası o hayali yere, iç ferahlığına gitmiştir…
İyi ki varmış
İyi ki varmış… Dahası belli ki hala aramızdaymış. Çünkü bizi hatırlayan son insan yok olana kadar bu dünyada kalırız derler. Ve hatta belki anılarımızda kalan artık ne zamandır olmadığımız yerde, ihtimal artık kendi bile olmayan bir yerde, misal caddedeki halinde İnci’nin, Emek’in eski halinde, hala varız. Dünyanın içinde, hep süren yaşamın içinde bıraktığımız izlerdeyiz. Bedenimiz toprağa karıştığında, ondan doğan çiçekte, o çiçeği taç yapan başta varız. Yoktan gelmedik sanırım istesek de hepten yok olamayız.
Demem o ki hayat zannettiğimizden çok daha basit ve hem de alabildiğine derin. Gerçeğe ya da ahirete ya da adına ne dersen ona uyanana değin…