Bugünü çalışma değil, yaşama günü ilan ettim. Bence her insan gibi ben de bunu hak ettim. Mevcut dünya düzeninde iş yaşam dengesinin adil olduğuna inananlardan değilim. Hemen herkesin insanca yaşamak için çalışmak zorunda olduğundan hareketle, düşünmeden edemiyorum, iş, hayatın içine ne kadar sızıyor? Kaç kişinin mesaisi, gerçekten de mesai saatleriyle sınırlı kalıyor? Kaç kişinin bilgisayarına, cebine saat ve gün gözetmeden yağıyor mesajlar ve e-postalar?
Kaç kişi işini ya da işle ilgili bir meseleyi dert etmeden yastığa başını koyabiliyor? Kaçımız işinin güvenceli olduğuna inanıyor? Bugünlere ve yarınlara iç huzuruyla bakabiliyor? Vaktimizi, enerjimizi ve bilgimizi kiralayanlar yoksa bizi hepten satın aldıklarını mı sanıyor? Bence hayati sorular bunlar ve benzeri konular!
Tam da bu yüzden işte, gemi azıya alarak iyice artan bu işe ve yaşama ayrılan zamandaki dengesizlik kan dondurucu: İnsanın ölümlü olduğunu unutmuş gibiler. Gitmeden biraz da nefes almayı hak ettiğine de inanmıyor gibiler. Acaba ne düşünüyor insanları asıl düşünmesi gerekenler? Ne de olsa insanların yaşamlarını belirliyorlarsa bunun sorumluluğunu da almak durumundalar?
VE… PERDE
“Sen bize hayatının en verimli yıllarını ver. Senelerce okullarda dirsek çürüterek edindiğin bilgileri kullanıp bize bir sürü para kazandıracak adımlar at. Ya da fırsat eşitliği kulağa hoş gelen havalı bir martavaldan ibaret olduğundan okuyamadıysan üç kuruşa çalış, seneler senesi. Biz de senin posanı çıkarıp senden kalanları bir kenara bırakalım. Karşılığında ucuza tedavi edilebilir hastalıklardan ya da açlıktan ölmemeni sağlayalım. Onun yerine vasat ya da vasatın altında bir son paragrafı olsun hayatının sayemizde ‘ve… perde!’”
Ecelini huzurla beklemek için önce onu bile bunu hak etmen gereken bir garip devirdeyiz. Günümüzde hala açlıktan da ölen var yalnızlıktan da. Fazla çalışmaktan da işsizlikten de!

“Yahu, bir canımız var, başımıza bela olmuş…” Ne acı ki bir sokak röportajı sırasında ayın sonunu getiremediğini söyleyen 68 yaşında bir emekli amca açık açık itiraf etti bunu. Daha ne desin? Sistem bunu söyletiyorsa bir insana, adeta ölümü aratıyorsa… Bence zaten insanlık çoktan mevta olmuş, insan da kendi cinsinin ve gezegenin başına bela…
Üstüne üstlük dengeyi, her daim zenginden ve güçlüden yana çeviren bu düzen, şimdi bir de virüs illetiyle sarsılıyor. Önceleri herkesi eşitliyor bu hastalık sanılmıştı. Ama sonra sonra anlaşıldı ki bu virüs de genel kuralı bozmuyor ve en çok zayıfları vuruyor. Yaşı ileri olanlar, zaten hastalıklı ya da hasta olanlar, bedensel direnci zayıf olanlar, en çabuk ve en çok onlar etkileniyor.
DÖNDÜR EKONOMİNİN ÇARKINI
Düdüğü olanlar ve onu tepemizde bıkmadan füt füt diye çalanlarsa, paralarından aldıkları güçle, şimdi virüsle de pazarlığa oturuyor adeta. Ve aşıyı kendi vatandaşları veya çalışanları için kendine istiyor. Yok öyle “Yerkürenin bütün güçlerini birleştirelim, hastalığa karşı hep birlikte mücadele edelim” bilinci! Varsa yoksa “Al parayı, ver aşıyı! Kendi ülkende kendi insanına yaptır aşıyı, döndür ekonominin çarkını.”
Ama uzmanlara göre kazın ayağı öyle değil. Kılcal damarlarına kadar küreselleşmiş bir dönemde sadece kendi kuyruğunu kurtarmak mümkün değil! Kimse “benden sonra tufan” diyecek kadar bencil olma lüksüne sahip değil.
Çünkü bu artık bir koca gezegen değil, herkesin içine doluştuğu bir deniz. Hatta deniz bile değil, devasa bir küvet diyelim de içli dışlılık, temasın yakınlığı anlaşılsın. Evet “Hepimiz aynı gemideyiz” diyor ya herkes. Aslında hepimiz aynı suyun içindeyiz. Ve bu virüs adeta elektrik gibi çarpıyor yoluna çıkanı ve su da doğası gereği iletken, durmadan virüsü iletiyor. Hiç kötülük durur mu, yayılıyor.
HEP BANA
Hepimiz aynı sudayız dedim ya. Aynı zamanda hepimiz aynı ormandayız. İster bir ağacın yaprakları olalım. İster bir ormanın ağaçları… Bir şekilde bir aradayız. İstesek de, istemesek de! Hepimiz birbirimizle bağlantılıyız.
Bu yüzden de iyisi mi “hep bana” demek yerine “hep birlikte” diyelim. Suyumuz arınsın, ormanımız canlansın. Madem bir canımız var hepimizin, o biricik can hiçbirimizin başına bela olmasın!