Bembeyaz bir sabaha uyandım. Hatta önce tülün arasından gözüme takılan yoğun beyazlığa ilk bakışta inanamadım. O kadar ani ve öyle kalabalık gelmiş ki kar taneleri… Sevindim. Bir hediye almış gibi. Yumuşak adımlarıyla sessizce gelip her yeri el ele kaplayan bu minik şeyler hep bir ağızdan “Sürpriz!” diye neşeyle bağırmış gibi…
Açtım perdeleri, geçtim karşısına bu sakinleştirici resmin ve hayal ettim. Bu masum güzelliğin hiç bozulmadığını, kirlenmediğini ve dağılmadığını hayal ettim. Hayal şu: Bir sabah uyanıyorum ve bir de ne göreyim “Aaaa, her yerde kar var!” Üstelik bu, öyle sıradan bir kar değil. Bildiğin sihirli kar! Biz faniler başlangıçta anlayamıyoruz tabii farkını. Meğer bu, ona baktıkça, dokundukça insanı iyileştiren bir karmış.
Sadece iyileştirmiyor, aynı zamanda “iyi”leştiriyormuş… Sonra anlaşılmış ki bu kar aynı zamanda insanı yaptığı işlerde de “iyi”leştiriyormuş. Bu nedenle dünya, kısa bir zamanda sağlığı iyi, iyi kalpli ve yaptığı iyi şeylerle kendine ve çevresine faydalı olan becerikli insanların yuvası haline gelmiş.

Tek değişiklik bu da değilmiş: Egodan sonra para pul da beyaz bulutlara karışıp insanların zihinlerinden, belleklerinden uçup gitmiş. Kaos gitmiş, yarışma gitmiş, didişme gitmiş. Eski düzen gitmiş ve insanların içgüdüsel olarak kurduğu ve memnuniyetle parçası olduğu, adı düzen olmayan ama akışı en uygun biçimde yönlendiren bir başka hal gelmiş.
İŞTE BÖYLE SÜRMÜŞ MASAL
Bütün dünya bembeyaz bir sabaha uyanmış benim gibi. Bu beyaz sabahın aslında insanlık için taze bir başlangıç olduğu zamanla anlaşılmış. Adı da Beyaz Zamanlarmış. Meğer insanlığın kendisine armağan verilen dünyayı ve hayatı çarçur ettiğini gören doğa ana, yavrularına kıyamayıp onlara son bir şans vermişmiş.
Bulutların nazikçe silkelediği kar taneleri raks ederek inerken gökten, yere dokunmadan hemen önce hipnotize ederken onlara bakan herkesi, her bakan karşısında kendisine iyi geleni görmeye devam etmiş.
Mutluymuş herkes ama bu mutluluk hali bir son değilmiş. Çünkü bu masal hiç bitmemiş…