“topik kaldı mı, şefim?”

Nevizade, ağır ağabeylerin, ablaların yeriydi. Tüm şarkıları, türküleri onlar bilirdi ve rakıyı, “cam cama değil” sözünün eşliğinde, içine tek bir dal maydanoz salarak ve hatta soda katarak içmeyi…

Şiirleri de bilirlerdi, hem de ezberden ve tane tane okuyarak, eğitimli bir sesle. Bazı dizeler zaten kendi ellerinden çıkmış, yüreklerinden akmış eserlerdi. Oturmayı kalkmayı bilirlerdi. Süslenmeden ama özenle, yerli yerinde giyinmeyi. Saçlar uzun ama taralı, biraz yaklaşınca gelir burnuna belli belirsiz Rebul lavanta kolonyası. Görmüş geçirmiş; yaşamı, başka kültürleri de öğrenmiş kişilerdi. Onların masasına oturmak büyük olaydı, hele ki karşılıklı konuşmak. Hele insana, fikre, duyguya dair bir şeyleri paylaşmak, tartışmak…

Biz, yazdan oralara dadanmış, ayağı alışmışken havasına bayılmış ve ondan ayrı kalamamış; yampiri taburelere, sulu biraya alışık tıfıl kızlar oğlanlar… Ne bilirdik bir gün taburelerden sandalyelere terfi edeceğimizi; biradan rakıya, toyluktan küt acıya!

Ne garip, dün gibi hatırlıyorum, o delikanlı gençliğin sancılı, kendinden acılı ama bir taraftan da bulut bulut hayallerle kaplı halini. Gece gezen kızlar olarak Beyoğlu’nun yolunu tuttuğumuz seneler efsaneydi. Özgürdük, sesimiz vardı, denemeye başladığımız kanatlarımız, hafiften adımladığımız yollarımız… 

Ve narin ama dirençliydik! Kırılgan ama ümitli! Hepsi ne garip birer ikili! Öyle bir şey ki sanki bir uçurtmasın, uçman lazım ama öyle sert ki hava, uçarsan kırılacaksın! Uçsan da dert, kalsan da! Sonradan öğrendik ki hayat hikayemizin özeti bu olacakmış meğer: Uçsan da dert, kalsan da! 

Neyse işte, gençlik dedim ya, beyinler gıcır gıcır. Ama tabii akıl başta değil. Nasıl olsun ki! Adı üstünde gençsin, defter çiziksiz daha. Araba canavar gibi ama yol tecrübesi yok, neredeyse diyeceğim hayat başlamamış. 

Olsun yine de, biz bir ona, bir buna dertlenirdik. Pek romantiktik. İnatla hayatın anlamının peşimdeydik! Bize sorsan hep geceydi aslında hayat, gündüzsüz! Ama sonradan, gerçeklerin kara bulutları abanınca hayallerin sırtına, asıl o zaman anladık ki yaşamak güzel şeymiş yahu! Ve o zamanlar aslında kara değilmiş. 

BAŞA SARMAK

Neyse işte “Şefim, topik kaldı mı?” diyecek kadar büyüdük biz sonra. Nasıl olduysa, bir anda!

Yaşam bazen usulca, bazen odunla öğretti bize, öğretiyor. Kara neymiş, ne değilmiş. Yaşamak, sevmek, kaybetmek… Elinde tuttuğuna bile sahip çıkamamak. Gözünle gördüğünü bile yarın yerinde bulamamak! Doğru bildiğinle, gerçek bildiğinle sınanmak. Ha bire başa sarmak. Yalnızlaşmak. Yabancılaşmak. Uzaklaşmak. Ayrılmak.

Neyse işte, anlayacağın topikleri hep başkaları yedi ve hesapları bize kilitledi! Hatta şimdilerde Nevizade kaldı mı bilmem! Ama birçoklarımızda peçetelere hasretle sarmalanmış anıları saklı…

Rakının merasimini, İstanbul’un gerçek halini, insanın ille de sahicisini seven biri olarak… O yılların, o bir ağızdan söylenen şarkıların hatırına… İzmirli Ayşe ablanın şakayla karışık dediği gibi “bu şarkı kavuşamayanlara” yani bizim gibi henüz kavuşamayanlara gelsin:

“Elbet bir gün buluşacağız 

Bu böyle yarım kalmayacak”

Çünkü burası İstanbul!

Müzeyyen Senar – Elbet Bir Gün Buluşacağız – YouTube 

Yeni Rakı Global – Burası İstanbul Reklamı https://www.youtube.com/watch?v=0I9nWTnNK-w&has_verified=1

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: