kar duası ve ümit

Bazı insanların yağmur duasına çıkması gibi benim de kar duasına çıkasım var. Daha doğrusu kar duasına oturasım var. Farklı kültürlerde nasıl oluyor bilmiyorum ya da oluyor mu onu da bilmiyorum ama ben bu şahsi ritüeli şöyle tasarlıyorum: Evin en rahat pencere önü kanepesine oturulur. Tercihen bacaklar minderde toplanıp dizler kırılarak rahat bir pozisyona geçilir. Bu arada, tercihe göre sıcacık çay, kakaolu süt ya da bol sütlü kahve gibi insanın içini ısıtacak bir içecek hazır edilir. Fonda hafif bir müzik olabilir, tarçınlı bir mum yakılabilir ama ikisi de şart değil.

Son ve en önemli ihtiyaçsa bir kar küresi! 

Tüm hazırlıklar özenle tamamlandıktan sonra birkaç derin nefes alarak odaya ve ana odaklanıyoruz. Ardından dingin hareketlerle küreyi iyice sallıyoruz ve onu göz hizamızda tutarak pencereden dışarıya bakarken bir dürbün gibi kullanıyoruz. Gördüğümüz gibi kar hemen yağmaya başlıyor adeta. Zihnimizde bu ilüzyona sımsıkı sarılıyoruz ve gözümüzün önünde bunun gerçek olduğunu canlandırıyoruz.

Dışarıda ağaçlar varmış mesela, birbirine sokulmuş, genci yaşlısı, uzunu kısasıyla bir düzine ağaç. Hemen karın onların üstünü kalın dantelden bir örtü gibi örttüğünü hayal ediyoruz. Her dalın, gövdedeki her oyuğun, her çıkıntının, kalan yaprağın, dalların buluştuğu her noktanın karın anlık ve sihirli sanatıyla işlendiğini fark ediyoruz.

Yeryüzüne yumuşak bir zarafetle konan her bir kar tanesinin, aynı insanların parmak izleri gibi birbirinden farklı olduğunu, evrene dair bir tek bu gerçeği bilmenin bile baş döndürücü olduğunu zihnimiz irkilerek hatırlıyoruz.

Sonra gözlerimizi kapatıyoruz.

Şimdi göz alabildiğine uzanan bir beyazlıkla kaplanıyor her yer. İçimiz de. Karla birlikte sessizlik yağıyor, sakinlik yağıyor, huzur yağıyor. Sanki bütün dünya fısıldayarak konuşuyor artık. Daha doğrusu hiç konuşmuyor, duruyor, izliyor, hissediyor, şükrediyor. 

Artık elimizdeki iş, uğraş, her neyse onu bir süreliğine kenara bırakıp anın büyüsüyle bir olmaya iznimiz var. Buna hakkımız, daha doğrusu ihtiyacımız var. En temiz beyazın, aydınlığın, içinde taşıdığı tüm iyi olasılıkların varlığından emin olmaya ihtiyacımız var.

Ve bu arada kar boş durmuyor, herkesin derdini bilen ve yarasını iyi eden şefkatli bir teyze gibi sokak krallığındakilerin hayatına iyilikle dokunuyor. Parkta uyuyan adamın üstüne su geçirmeyen battaniyeler örtüyor, sokak köpeğinin bitmek üzere olan kemiğinin yanına yenilerini ekliyor, kaybolmuş kedi yavrusunu annesine ulaştırıyor, hastasını görmeye gidenin yolunu açıy…

Ding dong…

Kapı çalıyor. 

Her şey yarım kalıyor. 

Neyse ki kar küresi telaşla kalkarken düşse de kırılmıyor. 

Çünkü ümit hiç pes etmiyor!

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 237

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d blogcu bunu beğendi: