Bizim “Beyaz Atlı Prens” dediğimiz şahsı muhteremi konu alan bir film seyrettim, daha yeni. Ve içimin yağları eridi! Meğer 2018 yapımıymış ve Ross Venokur hem yazmış hem de yönetmiş. Ve adam bildiğin dünyayı değiştirmiş! En azından geleceğin dünyasının birazını, nasıl mı?
Bizim komşu kızına bakıyorum bugün annesi doktordayken. Mısırları patlattık, elma sularını açtık, acil saçıntılar için havlu kağıt, koltuklara yerleştik, köpeği de ayağının dibinde, ekipçe hazırız. Filmi o seçti: “Charming.” Gülümseyerek “Aaa, ne güzel film, sen de annenin prensesisin, değil mi?” diye havayı yoklayacak oldum. Bizimkinde bir surat, net bir ses tonuyla: “Hayır, ben prenses değilim!”
İçimde bir umut yeşerdi… Ay ne güzel dedim kendi kendime, aferin miniğe. Animasyon başladı, müzikal, renkli, şirin ama hepsi bu. Yoksa değil mi! Hayır, yaşasın ki değil! Sahneler ilerledikçe baktım ki evet hikayede gına getiren birbirinden güzel, şuurunu makyaj malzemelerinin arasında kaybetmiş, içinde koca olanlardan başka hayal görmemiş prensesler elin sallasan çarpacak kadar bol.

Ama yazar, bununla filmi açmış, bildiğimiz masalları alıp meselini yepyeni ve çığır açan bambaşka bir çizgiye taşımış. Bir kere filmde görünüşü iyi ve zihinsel talihi kötü olan yegane kişiler bizim prensesler değil, bizim prens de aynı şanssız tayfadan. Yakışıklı ama kafa tın tın, prens ama dünyadan haberi yok, çekici ama zayıf, boy pos yerinde ama cesaret nanay. Üstelik kendince bir şeyler becermiş ama ailenin koruyucu balonundan çıkmayı hiç denememiş. İstediği herkes ve her şey o kadar kolay ulaşılabilir olmuş ki gözünde hiçbirinin değeri yokmuş. Üstüne üstlük hayatta kalması için savaşması gereken savaşa kalkışmamış bile.
Öbür taraftaysa yine, güzel ve çekici, üstelik zeki, üstelik özgür, üstelik güçlü, üstelik savaşçı, üstelik ayaklarının üstünde durabilen ve başının çaresine bakabilen bir kadın kahramanımız var. Bu kızımızın tek kusuru harika bir hırsız olması. O kadarı kadı kızında da olur tabii diyeceksin ama zaten bizim kızın kimsesi yok.
ALNINDAN ÖPÜLESİ BİR FİLM
Neyse senaryo akıyor gidiyor. Bu ikisi baş başa maceradan maceraya koşup daha önce varlığından bile haberdar olmadıkları duyguları deneyimliyor. Kız prensi defalarca kez koruyor, kurtarıyor, ona bir şeyler öğretip yardım ediyor. Ve sonunda anlıyoruz ki kızın meğer bir kalbi varmış ve oğlanın da cesur, iyi bir yüreği. Mutlu sonla da bitmiyor film, son değil başlangıç bu diyorlar filmin finalinde. Ve gerçekten de harika bir başlangıç!
Film Türkiye’de “Yakışıklı Prens” adıyla oynamış. IMDB ortalamalarında nasıl olduysa film 10 üzerinden topu topu 5,6 puan alabilmiş. Ama sözünü ettim ya, gözünü sevdiğim Ross Bey ağabeyimiz, alnından öpülesi bir film yapmayı becermiş.
Özellikle gelişmiş ülkelerde kadın erkek eşitliği adına kazanımların bazısı ileri bazısı geri, bizdeki mehter takımının hallicesi sürüp gidiyor malum. Bu arada reklamlardan kıyafetlere, okul eşyalarından nevresimlere kadar kız çocuklarına kendilerine inanma gazı verme eğilimi de devam ediyor. Bir bluz almaya kalkıyorsun, üstüne dev harflerle “Kızlar güçlüdür” kazımışlar. Bir defter alıyorsun eline, büyük harflerle “KURALLARI KIZLAR KOYAR” diye haykırıyor.
Bazı araştırmalar, kız çocuklarının daha 6 yaşlarında kadın erkek eşitsizliğini öğrendiğini ve erkeklerin üstün olduğu inancını içselleştirdiğini gösteriyor. Ne büyük ayıp! Ne dev bir kayıp! Bu bulgulardan hareketle kızlara destek veren sloganlara hak ve destek veriyorum.
Hele bu film gibi filmleri, romanları, hikayeleri duydukça çok seviniyorum. Üzülerek hatırlıyorum, bazı birinci dünya ülkelerinde bile kürtaj hakkı gibi kazanımları geri almaya çalışıyorlar yer yer. Afrika kıtasında kadın sünnetleri bazı bölgelerde artarak devam ediyor. Bizdeki çocuk gelinlerin, kadın katillerinin dosya kapağını açsak zaten elimizde kalır! Ama o bıcır bıcır kızlar var ya! “Ben prenses değilim!” diye haykıranlar! Onları koruyup kollayıp çoğaltabilsek belki yarınların dünyası aydınlanır! Çünkü ümit hep vardır ve doğursun, doğurmasın, yaşamı var eden hep kadınlardır.
İçi boş insanla çekilir dert değil ha… Hemen uzaklaşacaksın ortamdan, başka kurtuluşun yok…
Erkek düşmanların seviyesindeki feminizme de karşıyım ama kadınların mutlaka ve mutlaka kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmesi gerekiyor. Erkeklerin kahrını çekmelerinin en büyük nedeni bu…
Senin adına da sevindim, güzel bir film bulup izlemişsin…
Hoşgeldin, yorum için teşekkürler.
“Erkek düşmanı feminist” kavramı bana kadın haklarına düşman olanların uydurması gibi geliyor. Günün sonunda, insan haklarının bir parçası olan kadın haklarını savunanlar, insan olana zaten tanımları gereği düşman olamazlar.