Var valla, ergen kafası diye bir şey var. En büyük derdi, işgalci sivilceler olan ergenlere has bir şey de değil bu maalesef! Çok daha beteri, yaşı büyümüş de başı ergen kalmış olanlar! Hele de bazı erkekler, güce tapanlar, kendini hep haklı, her şeye ve herkese hakkı var sananlar.
Tamam, büyümek zor iş, kabul! İnsan büyüdükçe anlıyor birçok şeyi çünkü. Meğer makarna ve yumurtayla ömür geçmiyormuş. Meğer onları almak için bile çalışıp para kazanmak gerekiyormuş. Akşam yediğin tabak birkaç gün kendi haline bırakılırsa içinde tüylü yeşil küfler bitiveriyormuş. Kazağa damlayan ketçap hemen çitilenmezse Ayşe teyze belirmiyormuş. Kısacası kendi başının çaresine bakmak, hayatının sorumluluğunu ele almak dışarıdan göründüğü kadar eğlenceli olmayabiliyormuş!
Üstelik bunlar fani dünyayla ilgili olan bazı aydınlanmalar! Bir de diğerleri var, sanırım asıl zor olan dersler de onlar. Ruhani ve sonsuz olana dair ne perdeler kalkıyor gözlerimizin önünden yaşlarla. Biz hazır oldukça, ihtimal hazır olmasak da… Nasıl sağanak gibi ya da tek damlası içe oturan demir yaz yağmurları gibi geliyor hepsi sollu sağlı…
Hayatı idame ettirmek için öğrenmemiz gerekenler bir yanda dünyaya neden geldiğimize dair ipuçları ararken karşımıza çıkanlar bir yanda… Yetişkinliğe mi adım atalım, ergenlikte mi takılı kalalım, ağlaya ağlaya koşup çocukluğumuza mı sığınalım bilemiyoruz bazen. İnsanız çünkü!
Ama daimî ve kibirli ergenlik, bambaşka bir şey! Cahillikle falan da alakası yok bunun, bu başka türlü bir sığlık çünkü. Neymiş meğer, insan diplomalarla dolu duvarlara rağmen duygusal açıdan zırcahil kalabiliyormuş. Daha inanılmazı, bu kofluğundan bihaber olabiliyormuş. Daha da acımasızı, kazandığı paralarla ve makamlarla milyonlara kötü örnek teşkil edebiliyormuş.
Ne yazık! Nasıl bir kendini bilmezlik! Toplumsal açıdansa nasıl bir yoz tükenmişlik! Hani değerler? Ortak olanlarını kenara koydum, onlar çoktan lüks oldu, hani asgari değerler?
Bütün bilyeler onun olsun isteyen veletler en büyük şirketlerin tepesinde. Yanlarında yalnız kalmak pahasına topunu kimseyle paylaşmayan zengin çocuğu büyük hissedarlar. Hepsi büyük şatafatlı masalarda yiyebileceklerinin kat be katı yemekle dolu sofralara kuruluyorlar. Az sayıda istisna hariç sadece kendi çıkarlarına kafa yoruyorlar. Birçok devletin başında benzer kafalar var. Küçük metal arabalarla oynar gibi kanunları, sınırları, hakkı hukuku hiçe sayanlar!
Ne ara kaybettik hak ederek büyümenin erdemini? Ne zaman feda ettik hakikati? Çukurdayız, gerçekleri sağır kuyulara atıp sahte aynalarda güle oynaya yaşamaya başlayalı beri.
İyi noktalara değinmişsiniz, harfiyen katılıyorum size. Kibir lanet olasıca bir özellik. Bu özelliği dizilerde filmlerde vs. çok işlemişlerdir. Aklıma geleni Supernatural’de şeytanlardan biri kibri temsil ediyordu, öyle kalmış. Böylelerini hayatımıza almamamız varsa çıkarmamız lazım. Hemen belli ederler kendilerini zaten. Konuşmasalar bile bakışlarından anlarsınız.
Tebrikler.
Teşekkür ederim güzel sözleriniz için.
Kibir beter bir özellik hakikaten, hele de içi boşken ve öznefretini etrafa saçmanın bir aracına dönüşmüşken. İyilikle,
Ara ara sizi takip ediyordum. Söylemeden edemeyeceğim. Renk tonunuzu çok beğendim. Anonimsiniz. Perdenin arkasından konuşuyorsunuz. İddianız, etiketiniz ve amacınız yok. Gönlünüzdeki paylaşıyorsunuz. Böyle pastel boyası flu renkler hep ilgimi çekmiştir.
Ya ergeniz ya da eren. Acaba ortasında kalan var mı? Günümüz yetişkinleri de ergen gibi davranıyor. Yaş büyüyor ancak ama zihin büyümüyor. Ancak ortadaki g harfi yontulu tontula erene dönüşebiliyoruz. O da kolay olmuyor tabii. Binbir türlü acı ile g harfi düşüyor.
Söz kısası; canlı bir kırmızı rengi ergendir. Ancak pudra rengi erendir. Çünkü pudranın özü kırmızı olsa da yontula yontula canlılığını yitirir ama daha güzel gözükür.
Seneler önce blog yazmaya merak sardığımda ilk karşıma çıkan, gerçekten okunmaya değer, üstelik uzun soluğuyla umut veren yazarlardan birisiniz. O nedenle sizi burada görmek çok güzel!
Ergenle eren arasında koskoca bir yelpaze var şüphesiz. Ve hiçbirimiz tamamen eren de olamıyoruz ergen de kalamıyoruz belki. Delikanlılığın sizin deyişinizle “kırmızı”sının alevi yakıyor, yanınca ve sönünce hala hayatta kalabiliyorsa da tatlı bir pembe oluyor, katılıyorum!
Kıymetli iltifatınızı bir papatya gibi alıp sevdiğim bir kitabın yaprakları arasına sakladım: Solsa da hiç kaybolmasın diye. İyilikle,