“Dolar kuru kaç olur?” “Türk lirası daha fazla değer kaybeder mi?” “Kur artışı nasıl durur?” “Kim bu faiz lobileri?” “Devalüasyon mu oldu peki devalüasyon nedir?” “Gıda zam haberleri ne zaman biter?” “Şekere, yağa kota mı koymuşlar, o ne yahu?” “Ekmek kaç lira oldu?” “Asgari ücret ne kadar?” “Ülkenin durumu ne olacak?” “Peki ya ben ne olacağım?” Tabii ya, asıl buna kafa yormak lazım. Beni benden başka kim kurtaracak ki dalmış gitmişim ben!
O zaman soruları biraz değiştirelim: “Yurtdışına nasıl yerleşebilirim?” “Hangi ülkeler göçmen kabul ediyor?” “Amerika’ya nasıl giderim?” “Amerika olmazsa yurtdışına nasıl giderim?” “Yurdun dışında herhangi bir yere, mesela Yeni Zelanda’ya” “Gitmek için çok mu yaşlıyım?” “Yoksa çok mu gencim?” “Gidersem eğer ya da gidebilirsem acaba geride kalanları çok özler miyim?” “Gitmek kaçmak mı demek?” “Kalsam kime, ne faydam var?”

Bitmeyen sorular sorduruyor hayat bize! Zaten devir olarak kısa çöpü çekmiş kuşaklardan geliyoruz! Bir de üstüne coğrafyanın karıp dağıttığı kağıtlar da pek işe yaramazsa! Ne bileyim cep boşsa, kalp hassassa… İşimiz zor!
Düze çıktığı gibi dibe doğru yolculuğu başlayan topraklar bunlar sanki! Aklım almıyor, nasıl oluyor da kendi kısacık yaşamlarımızda bunca iniş çıkışı yaşıyoruz. Ekonomik, kültürel, siyasi, sosyal vb hemen her açıdan, nasıl üst üste bir sürü değişim oluyor… Sanki biri bitmeden öteki başlıyor! Nihayetlenmeyen bir devinim var sanki, bir koltuğuna rahatça yerleşememe hali… Göçebelik DNA’sından mı, üst üste dip dibe katmerlenen ama bir türlü kenetlenemeyen kültürlerden mi, demokrasiyi, laikliği ve birlikte yaşama idealini özümseyememekten mi? Bilmiyorum ki!
Tek bildiğim, yüreğini yoruyor tüm bunlar insanın. Yaşarken zorlanıyorsun… Sonra yenisi gelince az öncekini unutuyorsun. Bu muharebe bitti, öbürü başladı derken ha bire başka cephelerde sınanıyorsun. Oradan oraya panik içinde koşturmaktan hiçbirini doğru dürüst sindiremiyorsun.
Derken eğer bir gün, savaş bir süreliğine biterse bir oturuyorsun ki bir daha kalkamıyorsun! Koca bir travma yükü sırtında, ne zamandır gittiğin her yere çekiştirdiğin… Devasa bir yürek yorgunluğu, bunca zamandır nasıl taşıdığını kendin bile bilemediğin… Unuttuğunu sandığın ama sadece bastırdığın her sorun yumağı çıkıyor suyun yüzeyine! Artık adrenalin de kalmamış bedende, kaçayım ya da savaşayım diyemiyorsun! Onlar sana bakıyor, sen onlara bakıyorsun!
Var olmak, huzurlu ve yavaş seyreden bir pazar günü, yüzünde, annenin avuçları kadar saf duygularla sana yaklaşan güneş ışığını hissetmek gibisi yok… Ama yaşamak bazen nefes aldığını bile unutturuyor insana. İşte bunlar öyle zamanlardan galiba!
İşin kötüsü gitmek de çözüm değil! Çünkü gidenlerin bazısı da yarısını arkasında bırakıyor. Nasıl anneyle bebek arasındaki kordon bağı kesilince aralarındaki bağ kopmuyorsa bazı giden de kalanından kopmuyor, kopamıyor.
Velhasıl, diyeceğim, bu günler de geçecek… Gelen, geçiyor. Başa gelen illaki çekiliyor! İş ki ruhlarımızı yağmurlar yıkasın, fırtınalar yıkacağına. Güneşli günler bir yerlerde yolumuzu bekliyor!
Etkili bir yazın biçiminiz… Sorunları özetleyen ve sabırla atlatacağımızı nasihat eden, ümit yüklü yazılara her zamankinden çok ihtiyacımız var… Tebrik eder, kolaylıklar dilerim..
Ahmet Bey, güzel sözleriniz için teşekkür ederim.
Önceki bazı krizleri, zorlukları, belirsizlikleri ve asık yüzleri hatırlayabiliyorum. Biran evvel üstesinden gelinsin ve bu son olsun dilerim…
İyilikle,
Ümit yüklü yazılar. Sadece bunun için bile sizi kutlamak istiyorum. Öyle bir zamandayız ki ümitsizliğe ve karamsarlığa hiç yer yok,olmamalı ayrıca. Çünkü gerçekte etrafa baktığımızda herkes umutsuz ve mutsuz görünüyor, yeni bir alan yaratmak için biraz hareket,istek ve tabii ki çaba gerekir. İşte onun için de ümit gerekiyor. Dilerim ki ümitler hiç kaybolmasın, tükenmesin .
Dileğinize tüm kalbimle katılıyorum, ümitler hiç tükenmesin