Bu sefer ben de çoğunluğa katılıyorum: Ve kendime yaklaşık bir saatlik aralık bulur bulmaz meyveyle bıçağını bile almadan “Netfiliz” karşısına kurulmaya karar veriyorum. Hakkında çok şey duydum. İçli Ladino şarkılarından iyi oyunculuklara, tarihi kostüm ve detaylardan ilham alınan hikâyeye kadar…
Ve nihayet dün gece ben de şimdiden meşhur olan Kulüp’ün dünyasına adım attım. Başlangıçta izleyemeyeceğimi sandım… Fotoğrafların ve seslerin tüm o güzelliğine rağmen… Hem İstanbul hasretinden; arka planı artık var olmasa da yaşamadan özlem duyduğum İstanbul’a benzediğinden… Hem de kurgunun bana göre biraz parçalı başlaması yüzünden…
Sonra izlemeye devam ettim, esasen eş dost durumundan… İyi ki de etmişim: Matilda’nın hapisten çıkışıyla birlikte ben de onların dünyasına girdim. Matilda’nın susan dilinin ve hiç susmayan gözlerinin anlatacaklarını bekledim… Matilda… Ateş parçası Raşel karakteri… İlk görüşte insanı kendine düşman eden Çelebi… Janti patron Orhan… Çapkın Fıstık İsmet… Tüm o derinlikli diğer roller…
En çok da gözlerindeki ışığın sahiciliğiyle insanı kendine hayran bırakan Selim… Kendine inancını yitirince küstüm çiçeğinden beter sönen… Yaşama sevincini sanattan alan Selim…

Sırlarla örülü bir geçmiş, renkli dekorlar, iç içe geçen öyküler, yürek burkan aşklar, nefes kesen ihanetler ve başka bir zamana duyulan nostaljinin içinde hala yakamızı bırakmayan ne çok acı saklı… Varlık vergisi, çalışma kampları, el değiştiren mal mülk yani el konulan anılar, umutlar…
Belki sonsuza dek kaybolan aile fotoğrafları, merdivenlerden aşağıya yuvarlanan bir zamanların mesut ve kalabalık yemek masaları… O obur telaşta yere düşüp ayaklar altında kalan parlak saç tokaları, her yuvarlanışında bir diğer taşını kaybeden… Veya camdan atıldığı yerde, Arnavut kaldırımında biriken yağmur gölcüğünde üşüyen oyuncak ayılar… Geri gelmeyecekler…
Düşünsene bir, kaybolan çocukluk odan değil sadece… Kaybettiğin şey kendini bildin bileli vatan dediğin yer; vatandaşı olduğun, ailenin kuşaklardır yaşadığı, senin de torunlarına kavuşacağını umduğun yer… Ve zaman, hem ne kötü bir zaman! Komşun, bakkalın ya da dostun, eşit bildiğin insanların sana yapmayı hak gördükleri… Milliyetle dinin insanlıkla hakkaniyeti esir ettiği!
“Nasıl geldin buralara simli elbiselerden ve tutkulu aşklardan?” diye soranları duyar gibiyim. “Benimkiler buraya gelmek zorunda kalmış, onlarsa burada acı çekmiş ya da buradan yollanmış… Hepimiz aynı değil miyiz? Herkes mutsuz, herkes yersiz yurtsuz kalmış…” demekle yetineyim. Çünkü yazdıktan sonra yazmakla bitmez bu konular…
Özetle dizi güzel! O zamana ve yaşananlara dokunma cesareti, başka bir dünyanın içine açtığı kapıyla güzel! Ve bence ekibi üstüne düşeni fazlasıyla yapmış. Mesele şimdi bizim orada görüp öğrendiklerimizle, hatırladıklarımızla veya empati kurduklarımızla neler yapacağımız bence!
Kulüp’ün doğru yazılışını belletmenin ötesinde ne faydası olacak bu dizinin birlikte yaşama kültürüne katkı çerçevesinde? Önemli olan soru bu! Yüzleşmek, barışmak… “Bizim gibi olmayan”ı anlamak… “Farklı olan”la yakınlaşıp kendi ruhuna sahip çıkarak ortaklaşmak… Bu topraklarda yaşamış yaklaşık 40 dilin kaçının hala konuşulduğunu merak edip araştırmak… Her kutsalın, bizim kutsalımız olmasa da kutsal olduğu gerçeğine saygı duymak… Bunları ve benzerlerini mümkün kılacak mı hepimiz için bu dizi ve onun açacağını umduğum yol?
Yoksa Mucize Doktor seyrederken hayranlıkla ağlayan ama çocuğunun sınıfında nörolojik farklılığı olan öğrenci istemediği için okul bahçesinde protesto düzenleyen velilerin kendini masum sanan ikiyüzlülüğü burada da mı ortak bir iyi gelecekle aramıza mesafeler sokacak?
Annesinin Niko’ya ısrarla sorduğu gibi: “İsmin ne senin?”
Ama daha da önemlisi, nedir seni sen yapan insani değerlerin?
merhabalar ( :
klüp dizisini ben de merak ediyorum. diziyle ilgili güzel yorumlar okuyorum. sizin de yazdığınızı görünce -kötü olsa burada paylaşma gereği duymazsınız düşüncesiyle- izleme listeme ilk sıralardan giriş yaptı. yorumunuzu şu an okumuyorum, çünkü izlemeden önce bilgi almayı sevmiyorum. fakat izlediğim andan itibaren buradaki yazınıza koşacağım ve hislerimi sizinle paylaşacağım. en kısa sürede başka bir yazınızda tekrar görüşmek üzere. hoşça kalın..
Merhabalar,
ben sevdim ama çok da hüzünlendim ne yalan söyleyeyim…
Bu şarkıyı diziye ön hazırlık olarak paylaşmak istedim. İzleyince yorum yapmanızı bekleyeceğim.
https://www.youtube.com/watch?v=VZ6IAoQA-NY
İyilikle,
aaa Janet & Jak Esim’in şarkısı. çok severim kendilerini. çok kıymetli sanatkârlardır. Janet hanımefendinin sesi harikulâdedir. bu bilgiyi öğrendiğim iyi oldu. ( : şimdi daha çok izlemek istedim
Evet, müthişler gerçekten!
Dizinin kalanı da gelmiş, yaşasın 🙂
Kulüp dizisini daha izlemedim ama popüler bir dizi olduğu söyleniyor. Ben bir dizi izlemeden önce mutlaka o dizi ya da film hakkında yorumlara bakıp izlerim. Kaleminize sağlık 🐬
Bence çok güzel. Ama hüzünlü tabii.
Sevgili Yıldız Tozuvar yine şaşırtıyor, ters köşeye yatırıyor okuyucusunu. Çok popüler bir dizi olun kulüp dizi üzerine sanatsal yorumlarıni yapıyor öncelikle, oyuncular, karekterler, iç acıtan ladino şarkılar üzerine.
Ama sonra farkını gösteriyor, ne faydası olacak bu dizinin birlikte yaşama kültürüne katki çerçevesinde? Yüzleşmek, barışmak.. diye o can alıcı soruyu soruyor cesurca. Kimsenin suya sabuna dokunmak istemediği, yüzleşmek, hesaplaşmak istemedigi, aklından bile geçirmedigi anda o sahneye çıkıp, kulüp dizisine farklı bir son sahne yazıyor.
Özlem Zingili nin deyişiyle, kulüp karnaval havasıyla oturulan sofraya kapanmıştı. Yuzlesmeden, mağdurlara karşı sorumluluk ustlenilmeden, herkesin bir masa etrafında toplanabilecegi anlatisi içerdiği tehlikenin yanisira hakikati de bukuyordu.
Yıldız Tozuvar ile Özlem Zıngılı iki kadın yazar olarak muhteşem bir buluşma gerceklestiriyorlar barış için, barışmak için.
6,7 Eylül bu toprakların gördüğü büyük utanç günlerinden biri, resmi tarihin, kolektif belleğin olay diyerek geçiştirmeye, üstünü örtmeye çalıştığı.
İyi ki Yıldız Tozuvar gibi yazarlar var, yoksa bu pagrom la (ve diğerleriyle) yuzlesmedikce, hesaplaşmadikca, hesap sormadikca bu toprakların acısı dinmeyecek.
Yüzleşme ne bireysel anlamda kolay ne de sosyolojik boyutuyla. Öte yandan özgürleştiren bir yanı var ve umarım hemen olmasa da zaman içinde iyileştiren…
Sanatçının ve sanat eserinin önemli bir toplumsal konuda tartışma zemini açmasının faydalı bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Ama adı üstünde bir başlangıç bu sadece.
Bu arada bizlere de kendi ödevimizi yapmak düşüyor: Araştırmak, okumak, irdelemek, merak etmek. Neyin sosyal kurgu, neyin resmi tarih, neyin hakikat olduğunu çözmeyi iş edinmek! Kolay değil ama mümkün!