Geçen gün en yakın arkadaşımla konuşuyoruz, bilir o kendini! Bana dedi ki “Sabah tam kapıdan çıkacağım, yasak bitti malum, hava da bayağı ısırıyor. Dedim kalın montumu giyeyim bari. Aldım astığım yerden, düğmelerini ilikliyorum. Bir taraftan da anahtarımı arıyorum, köpeğime sesleniyorum vb. Birkaç denemeden sonra aaaa, bir baktım, iliklenmiyor düğmeler! Dakikalardır o yüzden uğraşıyormuşum meğer! Bir sorun var, niye olmuyor bu düğmeler dememin sebebi ortadaymış. Ama bir ben görmemişim: Kilo almışım!”
Senelerdir bizim sınıftaki, ben dahil, bütün kızların haset dolu bakışlarının karşısında utanıp arlanmadan, ona baktığımıza bile uyanmadan, tabaklarca makarna, kaşıklarca nutellayı afiyetle mideye indirip üstüne de kadehlerce şarap içen sonra da o masum gözleriyle turşu yok muydu şöyle kestane, çekirdek falan, atıştırmalık bir şeyler hiç mi yok diye soran… Ve bütün bunlara rağmen ortaokuldan beri bir gram kilo almayan insan! Hah dedim, o bile kilo aldıysa demektir ki… Kovidden ölmemeyi başaranlarımız da demek ki göbekten gidici!

Hayır, zaten bas bas bağırıyor bilim insanları, kilo iyi değil, diyabet, kalp vb gibi hastalıkları olanlar kendine daha çok dikkat etsin diye. Tamam, bağırmasına bağırıyorlar. Ve biz de bazılarından farklı olarak kulak verip inanmasına inanıyoruz ama! Aynı virüs hepimizi tıktı iç mekanlara. Belki kimimiz saraylarda yaşayacak kadar talihli. Ama çoğumuz mağara gibi, kutu gibi, irice bir çekmece gibi stüdyodan hallice alanlara sığıştık kaldık.
Ne olacak o zaman, mutfak lavabosunda serbest yüzüp yatakta da yukarıdan atlama mı yapacağız? Kaçımızın komşusu evde ip atlamasına sıcak bakıyor? Kaçımız evde yapılan ekmek tariflerini elinden bırakıp yerine ipi almaya can atıyor?
İnsan zaten miskinleştikçe çekiliyor aşağı doğru. “Daha çok cips veeeer!” “Hayıııır, bu dizi de bitti!” diye saçma sapan nedenlerle ağlamaklı oluyor. “Yıkanmayacağım, o su doğa için daha çok gerekli” “Artık bir daha hiç çıkarmayacağım pijamalarımı. Üstümde onlar yokken kendimi çıplak hissediyorum” türünden abuk sabuk cümleleri tüm kalbiyle inanarak kurabiliyor.
Hani Grimm Kardeşler’in Hansel ve Gretel masalında vardır ya. Cadı tıkar oğlanı kafese, iyice irileşince afiyetle marine edip bir güzel indirecek mideye. Ve ha bire sorar “Uzat bakayım elini, bakalım kilo almış mısın?” durup durup oğlanın parmağını ölçer. Sabah akşam kıpırdamadan zorla beslenen oğlan aslında almıştır kiloları ama saklamayı başarır çünkü cadıya eli yerine kemiği uzatır.
Şimdi bu meselden hareketle virüs bir cadı ve bize gereken de bir kemik! Nasıl mantık? Şaka bir yana, biz nasıl kandırsak bu virüsü? Ne yapsak da onun hayatımıza ettiklerini ters yüz etmeye başlasak?
Bazı konular var ki ne acı ki ne yazık ki elden hiçbir şeycik gelemez… Yıldızlara selam söyleyeceğiz, dua edeceğiz, kendimiz de ölene kadar özleyeceğiz…
Ama bazı şeyler de var ki… Sadece kendini düşünmemek gibi, bir gülümsemeyi esirgememek gibi, o son iki ekmeğin ikisini de almamak gibi, küçük zarif iyiliklerle bir başkası için günü aydın etmek gibi… Sadece aşı, ilaç, maskeyle değil, insan olmanın sihriyle bu günlerden geçeceğiz. İnan, geçeceğiz!