sen kimin çocuğusun?

Küçük yerde adettendir: El kadar çocuğun burnunun dibine kadar girip ya da ona şöyle bir yan gözle tepeden bakıp: “Sen kimin çocuğusun bakayım?” diye sormak. Evlat, bu sorunun karşısında şöyle bir afallar. Soruya ilk kez muhatap olduysa özellikle. Adını, yaşını, kim olduğunu unutur o şaşkınlıkla. İki düzgün laf edip kimin olduğunu açıklamaya çalışır. Soru budur çünkü kim olduğu değil kimin olduğu, soyu sopu, aitliği, şeceresi!  Bu, çocuklara sorulan en sevdiğim sorudur. 

Diğeri de efsanevi “Anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı?” sorusu. Hele de “Aaa, olmaz öyle eşit seviyorum, seç birini!” diye ısrar edenler.

Yavru her devirde, her ülkede, her kültürde herkesin kutsalıdır. Her şeyin en miniği, en güzeli, en ümitlisi… Çiçeğin tomurcuğu, ağacın filizi, hayvanın minyatürü, insanın göz bebeğidir yavrusu… Geleceğe atılan oktur… Kimi dualarla emanet eder onu dünyaya, kimi şarkılarla!

Peki ya bizim olmayan çocuklar? Başkasının yavrusunu, sırf bizim değil, bizden değil diye ötekileştirebilir miyiz? Sokakta gönlümüzce oynadığımız o eski mesut senelerde sadece kendi çocuklarının eline mi salçalı ekmek verdi annelerimiz? Bir tek kendi torunlarına mı nazar duası okudu nineler? Bayram harçlıklarını her dededen almadık mı hepimiz, az veren candan misali?

Bazı toplumlarda çok tanınan bir söz: “Bir çocuk yetiştirmek için bir köy halkı gerekir” der. Bence doğrudur da. Bu devirde yok öyle bir gerçeklik galiba, o da ayrı dava. Herkes kendi işinde gücünde sonuçta… Herkes kendi derdine gömülmüş, kendi köşesine çekilmiş… O yüzden de daha zor çocuk yetiştirmek, hem anne babasına zor hem de çocuğa!

KALDIRIR MI YÜREĞİMİZ?

Peki ya yetişmiş çocuklar? Bin bir emekle yetişmiş, kopya çekmemekten insanları ayırmamaya, yere tükürmemekten kalp kırmamaya, kişisel hijyenine dikkat etmekten demokrasiye sahip çıkmaya birçok değerle nakış nakış bezenmiş çocuklar mesela. 

Sen yetiştirmemişsin onu mesela, onu okula yollayabilmek için gece gündüz çalışan sen değilmişsin, saçını sen taramamışsın, ateşlenince sen telaşlanmamışsın, takdir getirince senin gözlerin dolmamış, kötü birine gönül düşürürse diye yüreğin ağzına gelmemiş…

O evlatların değerleri bizimkilerle benzeşmiyorsa bile, sırf bu nedenle, başkasının yavrusuna tu kaka diyebilir miyiz?  Her evlat, insanlığın evladıdır. Bunu unutup kendimizin olanlarla olmayanları ayırabilir miyiz? Bir insan evladına gönül rahatlığıyla zarar verebilir miyiz? Kaldırır mı yüreğimiz?

Bu dünyayı kurtarmanın yükünü, senin ya da benim diye ayırmadan, kimsenin evlatlarının sırtına bırakamayız. Biz yetişkinler hep bir ağızdan onlar insanlığın evlatları dersek, insani değerlerin etrafında birleşirsek ancak o zaman bu dünyayı kurtarabiliriz. 

Kimseyi ötelemeyen, yürekleri örselemeyen yeni ve güzel bir dünya hayalini hep birlikte kurabiliriz. Bunu hep birlikte, sevgiyle yapabiliriz. 

Hemen, şimdi, “her biri, tamamı, hepsi bizim evladımız” diyerek söze iyilikle başlayabiliriz.

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 257

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön