Ölü Ozanlar Derneği, birçoklarımızın yüreğini titreten filmlerden biriydi. Zamanı geçmeyecek öğütleri, yarattığı dokunaklı atmosferi, sosyal bilimlerle sanatı, insanı insan yapan değerler olarak anımsatma becerisi ve capcanlı karakterleriyle bence hala da öyle… Bir film değil de bir gözlük adeta o, “al, dünyaya bir de böyle bak” diyen… Ya da bir sihirli kitap, ne arıyorsan onu gösteren ve “yeni bir sen” için ilham veren…
N. H. Kleinbaum tarafından yazılan ve filmde geçen en kayda değer sözlerden biriyse buydu bence: “Tıp, hukuk, işletme, mühendislik… Bunlar hayatı sürdürmek için gereklidir. Peki ya şiir, romantizm, aşk, güzellik? Bunlar ise uğruna hayatta kaldığımız şeylerdir.”
Sevgili Robin Williams, Ölü Ozanlar Derneği’nin yanı sıra Uyanışlar’dan Balıkçı Kral’a, Müthiş Dadı’dan Günaydın Vieatnam’a, Kuş Kafesi’nden Jumanji’ye, August Rush’dan İltica Planı’na, Can Dostum’dan Büyük Düğün’e birçok filmde muhteşem oyunculuklar sergiledi. Birbirinden çok farklı, renkli ve derinlikli onlarca role girdi insanüstü bir hünerle. O daima, kalbini en uzak buzluklarla korumaya çalışanlara bile ulaşmayı becerdi ve duygularını birkaç dakikalığına da olsa diriltti. Ve maalesef gidişi çok ani, çok erken ve çok kederliydi, canım arkadaşımınki gibi…
Sabahtan beri aklımda dolaşan bir replik var, sanırım o da Ölü Ozanlar Derneği’ndendi. Araştırdım biraz ama bulamadım, sanki şöyle bir şeydi: Öğrenci “Hiç kitap okumuyorum ve eksikliğini de hissetmiyorum” diyor. Öğretmen (kaptan) rolündeki Williams da şöyle yanıt veriyor “Ama biz hissediyoruz!”

Ne kadar kısa ve net, ne kadar da doğru bir özet! Gerçekten de hissediyoruz!
Kim okuyor? Kim düşünüyor? Kim öğrenmeye devam ediyor? Kim sorguluyor? Kim körü körüne kabul etmiyor? Kim boyun eğmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiyor? Kim farklı seçenekleri görebiliyor? Kim çözüm üretebiliyor? Kim kendini başkalarının yerine koyabiliyor? Kim araştırıyor? Kim merak ediyor? Kim fark ediyor? Kim keşfediyor? Kim fikir değiştiriyor? Kim fikir geliştiriyor? Sence kim?
Okumak benim gözümde sadece diplomalarla, en yeni romanlarla ya da bilimsel buluşlarla ilgili bir şey değil. Bence okumak her şeyden önce hayatı açık bir zihinle ve farkındalık içinde yaşamaya olanak veren bir alışkanlık. Bakmakla görmek arasındaki farkın sihri… Sanmakla anlamak arasındaki gizli kapının anahtarı… Kişisel aydınlanmanın kişiye özel, biricik patikası…
Oysa okumamak… Okumamak okumayanı rahatsız etmiyor olabilir. Kişiye eksikliğini hissettirmiyor da olabilir. Ama okumayanın, düşünmeyenin, hayata kafa yormayanın kim olduğu gerçekten de bir bakışta anlaşılıyor, hem de kendiliğinden. Kalabalık bir bakkalda sıra beklerken yaşadığın o anı hatırla, ne olur: Daha önce hiç görmedin o insanı. Adını sanını bilmiyorsun. Ama istemsizce etrafa yayılan koku nedeniyle ağzında en az bir çürük olduğunu biliyorsun! Bazı şeyler saklanamaz.
Ve “Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.”