Yanlış nasihatlere kulak veriyoruz bazen. Mesela “doğanın parçasısın sen, kardeşlerinle iyi geçin” diye öğütleyen tabiat anaya kulaklarımızı tıkıyoruz. Onun yerine “o eski püskü şeyle ne yapacaksın, bak şimdi bunlar moda. Hem de özel indirimde, kaçırmaman gereken fiyata” diyen, kafamızın etini yiyen kapitalist düzenbaza kanıyoruz.
O yüzdendir ki bir eşya aldığımızda edindiklerimiz onun bedeli olarak verdiklerimizin yanında pek zavallı kalıyor! Ama buna da kulak asmıyoruz çünkü içimizdeki boşluğu başka neyle dolduruyorduk, bu curcunada artık hatırlayamıyoruz!
Oysa adına cingil denen ikna şarkıları bize ne derse desin… Ruj satmak için güzelleşme vaadi pazarlayan iletişimciler ne yalanlar söylerse söylesin… Satın aldıkça ömrümüzden yiyoruz… Zamanımızdan, paramızdan, o kaynağı daha iyi kullanabileceğimiz tüm diğer olasılıklardan ve tabii gezegenin ağacından kuşundan, havasından suyundan…

Ama dedim ya bazı şeyleri çoktan dünde bıraktık! Hakikatler yerini görüntülere bıraktı. Büyüdükçe canavarlaşan şirketler bir diğerinin aymazlığını gördükçe el yükseltti. Bildiğin şuursuz ergen oğlanlar gibiler şimdi! Ne güçlerinin farkındalar ne de verdikleri zarar umurlarında! Üstelik etki alanları, çalışanlarıyla hissedarlarını aşıp devletleri ve bilimi de ağına çekmeye başladıkça hem evdeki ve gezegendeki çöpler artı hem de küresel eşitsizlik ayyuka çıktı.
Modayla bedenlerimize… Popüler kültürle değerlerimize… Medyayla düşüncelerimize… Eğitimle kimliğimize adamakıllı bir müdahale var. Aniden kapıyı kırıp paldır kültür içeriye dalan ve elini kolunu tehditkar biçimde sallayan bir dahil olma hali değil bu şüphesiz. Aksine, kendi yaşam biçimine davet eden ve kendi doğrusunu sezdirmeden empoze eden, içimizde beslediğimiz albenili yılan dahli bu!
Yalnızlığımızdan ve anlamsızlaşan hayatımızın yaşattığı ıstıraptan kaçarken katıldığımız sürünün çobanı tarafından birer bireyden birer tüketiciye indirgendiğimiz gündür bugün!
Değerini sen sormadan “Alabildiğin kadarsın!” diye sınırlayan bir çoban! “Giyebildiğin kadarsın!” “Sahip olabildiklerin kadarsın!”
Yanında çalıştığın öbür çobanın arkadaşı olan çoban bu! Zaten az olan maaşının birazını elinde tutup aman ha gerçekten anlamlı olan bir şeylere yatırma, yağmurlu gün için yastık altında tutma diye en iyi yazar namzetlerini metin yazarlarına çevirip karşına dizen düzenin çobanı! Ve o daha yola çıkamadan yolundan olan kayıp edebiyatçı reklamcıların insana dair içgörüleriyle markaları çare diye sunması, insan ruhuna seslenen kampanyalar yaratıp kalbine oynaması veya ihtiyaçlar yaratan vaatlerle atıp tutması…
“Al, kullan, at” düzeninde bu döngüden kurtulamayanlar kimler? Şüphesiz sadece üç kuruşa mal edilip bize kocaman marka etiketleriyle gelen, bedeli ödendikten kısa bir süre sonra bozulmaya ayarlı eşyalar değil!
Eskinin düz seyreden “al, kullan, at” kariyer düzeni neydi peki? Al işe al, kullan çalıştır, at emekli et ve daha ucuza, daha toy birini bul demekti. Şimdi güvenceli bir işimiz ve garantili bir emekliliğimiz bile yok! Ne okuduğumuzun, nereden mezun olduğumuzun ve hangi meziyetlere sahip olduğumuzun da önemi yok! Biz eşyaları alıp kullanıp atalım da biraz da biz havalı olalım diye uğraşırken bir bakıyoruz ki yerle bir olan emeğin ve kişinin değeri, elinden uçup gidense seneleri…
O yüzden de birer üreten bireyden yeri kolayca doldurulabilir istatistiklere indirgendiğimiz gündür bugün! Aynı zamanda, bir tüketici olarak vazgeçilmezken, bir çalışan olarak değerimizin bilinmediği devirdir bu! Ve belki de bu değersizlik hissini yok etmeye çalıştığımız için artıyor daha çok tüketmek amacıyla daha çok kazanma isteği! Kısır döngünün katmerlisi!
Tüketmenin aslında bizi tükettiğini bir görebilsek! Biraz kendi doğamıza ve doğaya dönebilsek. Belki o zaman sahip olmanın değil sahip olduklarımızın önemini hatırlayıp derin bir nefes alabiliriz. Mesela hafta sonu çok uyuyabilmenin… Ya da kitaplara binip en sevdiğimiz koltukta otururken bambaşka devirlere ve ülkelere yolculuğa çıkabilmenin. Evimizi ne giydiğimizle değil gözlerimizin söyledikleriyle ilgilenen gerçek dostlara açabilmenin. Sahici olmanın, anda kalmanın; elindekiyle yetinirken kendini nihayet sevebilmenin… Özdeğerimizi ve dünyayı iyileştirmenin yollarını hatırlayabilmenin… Ölümcül kısır döngüyü el birliğiyle cana can katan bir bereketli döngüye dönüştürebilmenin…
merhabalar ( :
yine tüm insanlığı ilgilendiren önemli bir konuya değinmişsiniz. kapitalizm denen insanın mekanikleştiği, emeğin değersizleştiği, huzurun bozulduğu, her türlü dayatmanın yapıldığı, herkesin tek tipleştiği, içinde adaletsizliklerin, acımasızlığın ve pek çok kötülüğün bulunduğu bir düzeni çok iyi eleştirmişsiniz. kapitalizmin bizleri kandırmasına izin vermemeliyiz. tüketim çılgınlığına dünya halkları olarak tepki göstermeliyiz. şu sözünüz;
“Tüketmenin aslında bizi tükettiğini bir görebilsek! Biraz kendi doğamıza ve doğaya dönebilsek. Belki o zaman sahip olmanın değil sahip olduklarımızın önemini hatırlayıp derin bir nefes alabiliriz.” aslında her şeyin özeti adetâ. kapitalizmin bizleri metalaştırmadığı bir dünya dileğiyle..
bu kıymetli yazılarını özlemişim doğrusu. bu kadar ara vermemek lazım.
sitenizin yeni hâli de çok hoş olmuş. hayırlı olsun ( : umarım okuyucu kitleniz yeni sitenizle birlikte katlanarak artar.
sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, neşeli, huzurlu, güzel bir yeni yılınız olsun. 🎄🎊🎈🎇
Merhaba sevgili Ohen,
Bloğun yeni halini beğenmenize çok sevindim, yolu bulup gelmenize de 🙂
Ben de size harika bir yıl diliyorum. Hep birlikte derin bir ohh çekip güzel günler görelim.
İyilikle,
Belli bir standartın üzerinde millî geliri olan ülkelerin bireyleri için anlattıklarınız belki bir şey ifade etmeyebilir. Ama bizim gibi geliri sınırlı bireyler için kapitalist düzen maalesef sömürüye devam ediyor.
Hayat kalitemiz sadece sahip olduklarımıza ayarlı. Böyle olunca da hiç kimse hayatından memnun değil. Hep daha fazlasına sahip olmanın telaşı içinde hayatı ıskalıyoruz.
Son yaşanan ekonomik krizden sonra ayaklarımız biraz daha yere basar diye umuyorum. Zaten bu kez de kendimize dönmezsek ülkeyi toptan ateşe verebiliriz.
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazıda bahsedilen durumun bizimki gibi ülkelerde başka boyutları olduğu doğru. Kaynaklar ve onlara erişim imkanları çok olunca şartlar da iyileşiyor.
Genellemelere genel olarak karşı olsam da kapitalizmin zenginlerden ve ekonomik kontrolü elinde tutanlardan başka herkesi şu ya da bu şekilde sömürdüğünü düşünüyorum. Bazısını emeğinin karşılığını vermeyerek sömürüyor. Kimisini doğasını kendi faydası için kullanıp bozarak sömürüyor. Bazısını yapay ihtiyaçlar yaratıp bireyin kendisiyle olası huzurunu zedeleyerek sömürüyor…
Kendi hariç herkese zarar yani!