aşk hikayesi

50 yıl önce sade ama trajik bir aşk hikayesi utanmadan bütün dünyayı hüngür hüngür ağlattı. Düşün bir kere, dünya küresel bir köy değil henüz! Bırak cep telefonunu, interneti, bilgisayarı, küresel televizyon kanallarını bir yana, renkli televizyonu hatta televizyonu bile mumla arıyor millet!

Ve böyle bir zamanda, gencecik, tertemiz yüzlü, ikisi de birbirinden duru bir güzelliğe sahip olan zeki bir kızla atletik bir oğlan birbirine aşık olmuş ve sonra da istemeden sonsuza dek ayrı düşmüş diye bir gezegen hep birlikte gözyaşı döküyor! 

Aslında düşünecek olursak insanlık adına tatlı bir öykü bu! Bu kadar günlük ama insani bir hikaye nedeniyle ortak duyguları paylaşmak. Ve bunu tüm kültürel farklılıklara rağmen evrensel bir payda olan aşkta ve gözyaşında buluşarak yaşamak! Demek insanlık hala hayattaymış o zamanlar…

Erich Segal’ın 30 yaşındayken, Yale Üniversitesi’nde hocalık yaparken kaleme aldığı bir başyapıt Aşk Hikayesi. Segal, eski öğrencilerinden birinin 25 yaşındayken kanser nedeniyle karısını kaybettiğini öğreniyor ve romanın, sonra da senaryonun tabii, gerisi çorap söküğü gibi geliyor.

Sadece 131 sayfalık minicik boyuna kocaman duyguları ve sade ama akıcı bir dili sığdıran, kitabı kadar filmiyle de kalplere dokunan Aşk Hikayesi bu sene 50 yaşında. Dile kolay 50 sene! 

Neler değişmedi ki bu elli senede! Esere ve bugüne baktığımda neredeyse sayılamayacak kadar çok şeyin değiştiğini görüyorum! Hangi birine öncelik vermeli? Modadan makyaja, müzikten yaşama tarzına hemen her şeyde zarif bir sadeliğin yerini kof bir gösterişe terk ettiğini söylesem haksızlık etmiş olur muyum? Belki de.

Ama iddia etsem ki ahlak anlayışı değişti ve bazı örnekler versem, belki katılırdın sen de: Mesela desem ki olay bugünde geçse Jenny (Ali MacGraw) Oliver’ın (Arthur Hiller yönetimindeki filmde onu Ryan O’Neal oynuyor) zengin olduğunu anlayınca ondan ayrılmaya çalışmak yerine ona daha çok bağlanırdı.

Desem ki ikisi birlikte yaz tatillerinde bile canlarını dişlerine takarak çalışacaklarına Oliver’ın anne babasına şöyle kısa ama karlı bir ziyarette bulunmayı tercih edebilirlerdi. Hatta bir adım ileriye giderek yaşlı anne babanın bir şekilde ayağını kaydırmak suretiyle devasa aile servetine konmayı kafalarına sonra da uygulamaya koyabilirlerdi. Tabii bu durumda o sonlara doğru yaşanan utanarak babadan borç isteme sahnesi hayal bile edilemezdi. Para meselesini bir kenara bırakacak olursak…

SAF AŞIKLARA İYİ DAVRANALIM

Bugün kaçımız “iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta” yeminini sadece ağzıyla etmekle yetinmeden, eşlerden birinin hayatını kaybettiği o son ana kadar o söze tüm ruhuyla inanarak yaşayabilir? Kaçımız asla pişman olunmayacak aşklar yaşayacak kadar gözü kara olabilir? Kaçımız sevdiği insanı üzmemek adına tek başına ölmeyi göze alabilir? Kaçımız kendi acısını azaltmak için sevdiğini yanında tutmaya çalışmak yerine onun acısını azaltmak için onun yanından gitmeyi göze alabilir? 

Yıldönümü şerefine, filmin şarkılarını yeniden dinliyorum diye durup durup gözlerim doluyor zaten. Yarım kalmış her aşk gibi… Neyse, tamam o zaman, bu yazı da burada böylece bitti! Kıssadan hisse aşka inanalım, saf aşıklara iyi davranalım.

Ve sakın, kimse 25 yaşında ölmeye kalkmasın e mi?

Kitabı okumayan, filmi izlemeyen ama bari film müziğini duyayım diyenlere

Love Story Soundtrack – 01 – Love Story Theme – YouTube

İngilizce okumayı seven meraklısına

‘Love Story’ Celebrates Its 50th Anniversary: Successful, Sentimental, Satirized : NPR

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 240

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d