Doğa ana kadınları ana yapmış, adamları değil! Rahim ve memeler kadınların. Onlarla bebekleri önce yapıyorlar sonra da karınlarını doyuruyorlar. Bu arada adamların da büyük katkısı oluyor tabii. Onlar da bebek yapmak için gereken 46 kromozomdan 23 tanesini hiç düşünmeden çıkarıp veriyor.
Sonra fırındaki kek misali bebek büyüyor kadının karnında. Evi kakao, tarçın ya da vanilya kokusu tutuyor. Kadınınsa midesi bulanıyor, başı dönüyor, karnı sancıyor, sırtı ağrıyor, bacakları şişiyor, oluyor da oluyor bir şeyler. 9 ay 10 gün boyunca ve sonrasında! Çünkü kadın tek canıyla bir canı daha var edebilmek için canla başla uğraşıyor. Bu sadece bedensel bir çaba da değil tabiatın mümkün kıldığı. Zihinsel, duygusal, ruhsal, finansal ve sosyal olan bir yığın boyutu var meselenin.
Neyse, her şey yolunda giderse eğer bebek sağ salim doğuyor. Onu yapan insanlar da eğer daha önce bir benzerini yapmamışlarsa bu vesileyle ilk kez anne baba oluyor. Ve hepsi için yeni bir hayat başlıyor. Bu sıkça yaşanan olumlu bir senaryo: Devamının iyi geleceği ve mutlu biteceği öngörülüyor.

Bir de milyarlarca kötü senaryo alternatifi var maalesef: Mesela bir kadın tecavüz sonucu hamile kalıyor. Mesela hamile kalanın kendisi daha çocuk! Mesela fetüsün karındaki gelişiminde yolunda gitmeyen bir şeyler var. Mesela bebek hasta ya da sakat doğabilir, zihinsel veya bedensel bir geriliği olabilir, hep öyle kalabilir. Mesela adam 23 kromozomu verdikten sonra gitti ve gittiği yerin adresini bile vermedi çünkü baba olmaya daha hazır değildi. Mesela kadının kendisi henüz anne olmaya hazır değildi. Mesela kadının zaten on çocuğu vardı ve bir ağız daha besleyemezdi. Mesela kadının yaşadığı yerde savaş başlamıştı. Mesela kadının işi, parası ve geleceği, bunların hiçbiri yoktu ve bu yokluklara evladını da mahkûm etmek istemiyordu. Mesela anne adayının “namus” cinayetine kurban gitme ihtimali vardı. Mesela hamile kız çocuğu ya da kadın ensest kurbanıydı. Mesela kadın alkol ya da uyuşturucu bağımlısıydı ve bırak birinin sorumluluğunu alması kendisinin bile hayatta kalması bir mucizeydi. Mesela kadın hastaydı ve bu haliyle çocuğuna istediği gibi bakamayacaktı.
Bu meselalar çoğaltılsa buradan aya yol olur. Çünkü bu dünyada yaşayan her kadının kendine göre haklı ve geçerli sebepleri olabilir. Ve vardır da. Ve hakkıdır da!
Hakkı mıdır yoksa?
Sahi kürtaj bir hak mıdır?
Kadının kendi bedeninin üzerindeki tasarrufunu, anne olmayı ya da olmamayı seçme hakkını, daha tam oluşmamış bebeğin yaşama hakkının olup olmadığını, adamların işin kendi 23 kromozomlarının ötesine karışmamasının neden daha adil olacağını, politikacıların hele başkalarının yaşamı hakkında ahkâm kesme hakkını kendinde gördüklerinde önce insan olduklarını anımsamaları gerektiğini vs vs vs bunları hiç tartışmayacağım… Zaten tartışılmış, konuşulmuş, haykırılmış ama bence hala tam anlaşılamamış!
O yüzden sadece kürtaj karşıtlarının fanatikçe taraf tutmadan önce kendi geçmişlerine dönüp çocukluklarını hatırlamalarını diliyorum: Hatırlayabildikleri en eski anılara dönsünler ve kendi hallerini bir daha görsünler: Ne kadar tatlılar değil mi? Ne kadar minik, çaresiz ve korumasızlar. Daha ilk doğduklarında başlarını dik bile tutamıyorlar. Kendi kusmuklarında boğulabilecek kadar aciz ve yardıma muhtaç yaratıklardan söz ediyoruz.
Doğduktan sonra bile karında başlayan temel gelişimleri devam eden, kendini beslemeyi bırak beslenmenin ne olduğunu, niye gerektiğini dahi bilmeyen, ellerini, kollarını ve kafasını oynatmanın ötesinde doğru dürüst hareket edemeyen bir canlı bu. Dünya üzerindeki bütün canlılar arasında en bakıma muhtaç olanı. Ve bu ihtiyaç, diğer hayvanlardaki gibi öyle birkaç hafta ya da ay değil, yıllar hatta on yıllar sürüyor.
Annesi bebeğin tutamadığı minicik kafasını destekliyor. Kendi memesinden gelen ve sadece annenin bedeninde o bebek için özel olarak yapılabilen birçok yeri doldurulamaz maddeyle onu besliyor. Anne, sütüyle yavrusunun bedenini, sarılışındaki aşkla ve bebeği iyi hissettiren kokusuyla kırılgan ruhunu besliyor. Damla damla, buse buse, yavaş yavaş, ilmek ilmek… Onu büyütüyor, hayata hazırlıyor, onun bağışıklığını kuvvetlendiriyor.
Artık bezdir, zıbındır, mama sandalyesidir, üç tekerlekli, dört tekerlekli, iki tekerlekli bisiklettir, arabadır derken aradan aylar, yıllar geçiyor. Anne ve genelde yanındaki baba, o bebeğe, çocuğa, ergene, gence, yetişkine destek oluyor. Kendi yaşlanırken yavrusunu büyütüyor. Yeri geliyor, yemiyor yediriyor, giymiyor giydiriyor. Yani ona sadece can vermiyor, onu bir insan yapıyor, ona bir hayat veriyor.
Bugün kürtaja karşı olan ve kadın bedenini kendine dert edinen politikacılara sorsak: Onları ağzındaki tükürüğü zapt etmekten aciz bir bebekten tasarımcı imzası taşıyan takım elbiselerini giyip meclise gittikleri güne getiren emeğin ne kadarı annelerinin? O emek olmasaydı bugün nerede olurlardı?

Kürtaj yasaklandığı için kanun zoruyla doğurtulan bebekler çoğu zaman anneye özgü olan bu emeğin ne kadarından ve nasıl nasiplenebilecekler? Ve o emeğin ve o emeğin ikizi sevginin kanatları onlara güç vermeden uçmayı nasıl öğrenip hayatta nasıl bir yerlere gelebilecekler?
Bir tecavüzün sonucunda döllendiği için doğurmak istemeyen kadınlar. Kanun adamlarının kararları sonucunda o bebekleri dünyaya getirmek zorunda bırakılsa da anne olmayı reddeden kadınların biyolojik bebekleri. Bırak kucağa alınıp süt verilmeyi insan avucuna hasret kalacak parmaklarına bir kez dokunulmayan, bağlanırım korkusuyla bir kez yüzüne bakılmayan bebekler. Biyolojik anneleri tarafından sevilmeyecek, korunup kollanmayacak, üstüne ümitle, özenle, bin bir dert ve neşeyle titrenmeyecek bebekler, çocuklar, gençler…
“Sütünü içti mi? ABC’sini öğrendi mi? Koro provası nasıl gitti? Okuldaki zorbalardan kendini koruyabildi mi? Ateşi düştü mü? Yüzme yarışı nasıl geçti? İyi bir üniversiteden diploma alabildi mi? Halka faydalı bir politikacı olabildi mi?” Kimse, zorla doğurtuldukları için kimsenin umurunda olmayacak bebeklerle ilgili bu soruları sormayacak. Ne acı!
Kadınları istemedikleri bebekleri doğurmaya mecbur bırakanlar. Böylece onları anne olmaya mecbur ettiklerini sananlar. Bebeği, aileyi, toplumu, geleceği koruyoruz zannında olanlar. İyilik yaptıklarına inanacak kadar saf olduğumuza inananlar.
Ne yazık! İnsan ruhundan hiç anlamıyorsunuz. Sevginin zorlamayla olmayacağını bilmiyor musunuz?
Hiç sevilmemiş, kucaklarda taşınmamış, omuzlarda gezdirilmemiş, başı okşanmamış bir çocuk gördünüz mü? Onun boş gözlerindeki değersizlik hissini, güvenlik yoksunluğunu ve sevgi eksikliğini görebiliyor musunuz?
Acaba o çocukların kaçı mutsuzluğa mahkûm olarak doğmaktansa hiç doğmamayı yeğlerdi? Sizce zaten toplum, bu kimsesiz çocuklar olmadan da haddinden fazla mutsuz ve umutsuz insanla dolu değil mi?
İnsanların vücutlarına ve hayatlarına rızaları dışında müdahale ediyorsunuz. İlgiden, şefkatten ve onu seven gerçek bir aileden mahrum olacağını bile bile bir canlıyı zorla dünyaya getirtmek asıl canilik! Onu ömür boyu mutsuzluğa mecbur etmek!
Bunu gerçekten mi göremiyorsunuz?