1 nisan…

Özene bezene süslenerek, bin bir hevesle gittiğim yüzyılın balosunda yapayalnız gibiyim. Aslında gibisi fazla da, henüz konduracak psikolojik sağlamlıkta değilim. Önce erken geldim sandım, bekledim. Sonra başka gün mü dedim, her gece üst üste balo salonuna geldim. Ampuller attı tek tek kristal avizelerde, piyano zaten en başından beri akortsuz, süslerin pırıltısı kaçtı, gözümün feri…

Bir balo elbisem bir ben, 1 Nisan şakasının bitmesini bekleyen…

Kış ortasında bir yazlık site havuzunun kenarında soğuktan titreyen bir deniz topundan bile hüzünlü bir görüntü yapılamayan balo. Üflenemeyen doğum günü mumları gibi. Bir kez bile denenmeden vazgeçilen çocukluk düşleri gibi. Huzurla başına oturulamayan kitaplar, saçı yeterince okşanamayan bebekler ya da doyasıya koklanamadan geçen yaseminler gibi…

Bu devir bazılarımızın ağzında böyle bir tat bıraktı işte. “Hadi hadi” diye bizi yüreklendirdiği birçok konuda hevesimizi kursağımızda bıraktı. Mesela küreselleşme şöyle harika, böyle harika dedi vaat ettikleri sadece şirketlere fayda getirdi. O yetmedi, yeni dertler açtı başımıza. Yeni adaletsizlikler türedi. Gelişmiş ülkelerdeki kadın haklarından gelişmemiş ülkelerdeki insan haklarına birçok konuda gerilemeler kaydedildi. Para çoğaldı ama alan azaldı. Dünya “yandım Allah” dedikçe insan görmemeye devam etti. Dev yangınlar çıktı, tufanlar koptu, depremler, fırtınalar dinmedi ama insan uslanmadı. Ve şimdi de işte, ne zamandır insanlığın üstünden silkeleyemediği, hepimizin malumu virüs belası başa geldi.

Oldum olası başka devirlerde yaşamak nasıl olurdu diye merak ederim. Başka ülkelerde, başka tarihlerde, başka kimliklerle… Mesela 68 kuşağı zamanında üniversite öğrencisi olmak nasıl olurdu. Ya da İnka uygarlığının bir mensubu olsaydım yıldızlar hakkında neler öğrenirdim? Amerikan yerlisi olsaydım geçen yüzyıllarda, hangi şifalı otları bilebilirdim?

Öte yandan ben de konu konfora gelince bir çay içmek için elli kere taşı taşa vuracağım, dağlardan su taşıyacağım çağları değil musluktan akan suları, akıllı evleri, çeşit çeşit çayları tercih ederim tabii ki. Ederim etmesine de bir ortasını bulabilseydik nasıl olurdu? Aslan yuvasından belli olur misali gezegenimize sahip çıkabilseydik. Madem hepimiz insanız, o halde konuşa konuşa anlaşırız diyebilseydik. 

Bir de hazır giyinmiş, süslenmişiz gizli gizli hepimiz, dansla, müzikle, aşkla ahenkle dans edip hayatta olmanın tadını çıkarabilseydik, birlikte iyileşebilseydik…

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 240

1 nisan…” üzerine 4 görüş

  1. merhabalar ( :

    yağmurun o benzersiz büyüleyici sesi ?deta bir terapi gibi değil mi?
    “Doğa anaysa bir yağmur konçertosu yönetiyor coşkuyla…” tasviriniz ne kadar zarif ve hoş.. bazen yağmur damlaları ahenkle o kadar güzel dans ediyor ki izlemesi ayrı, dinlemesi ayrı haz veriyor. bu sırada da insanın tüm ağrılarını unutturabiliyor..

    esenlikle kalın..

  2. merhabalar ( :
    bloğunuzu ne yazık ki yeni fark ettim. geç olsun güç olmasın ders eskiler. artık yeni bir okuyucunuz daha var. harika yazılarınız olduğunu belirtmeden geçemedim. insanın ruhuna dokunuyor cümleleriniz, tasvirleriniz. yüreğinize, ruhunuza, kaleminize sağlık..
    hoşça kalın..

    1. Merhabalar,

      Olsun, geldiniz ya sonunda, o yeter 🙂 İyi ki de geldiniz.

      Eskiler gerçekten de herşeyi biliyormuş, buna samimiyetle inanıyorum. Bir uzak mekiği, bir de evrensel adalet… Onları da çözselermiş şimdi dünya başka bir yermiş!

      Çok teşekkür ederim, çok zarifsiniz.

      İyilikle,

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön
%d