dünyanın merkezine yolculuk

Hayat hamaklarda başladı. İlk zamanlarda güneş her gün başka renkte doğar ve bambaşka bir renkte batardı. Mavi ışıklı cihazların ve onları bağlamak için havada uçuşan dalgacıkların henüz icat edilmediği huzurlu zamanlardı. O yüzden insanlar yan yanayken bile kendi dijital kuyularında bile isteye, tek başına kaybolmazdı. Onun yerine, herkes tan vaktinde kendi ağaç evinde ya da hamağında veya mağarasında oturup keyif veren çiçek yaprakları çiğneyerek tembel melodiler eşliğinde ufku seyrederdi.

Küçük çağlayanlar olurdu meyve bahçelerinin arasında; bunların suyu rengârenkti, değdiği toprakta da gökkuşağına benzer yosunlar yeşertirdi. O zamanlar bebekleri adamlar doğurur, kadınlar emzirirdi. Analar bol bol sevgi ürettiği ve bunu adil biçimde yavrularına pay ettiği için günde iki kez ödüllendirilirdi: Saçta hoş duran güzel kokulu bir çiçek, göz alıcı renkli bir böcek, olgun bir meyve ya da ellere hohlanarak yapılan ayak masajıyla mesela. Daha o yıllarda bile mutlu anne, mutlu bebek demekti ve herkes bunu bilirdi.

Geceleri aşk, aşk yoksa da yıldızlar vardı. Hem de ne yıldızlar! Bu devirde sekizgen mi desen, kuyruklusu mu kulaklısı mı artık… Yıldızlar sıradan yıldızlar değil, ışıltılı bir gökyüzü bahçesinin çiçekleriydi. Onlar boy göstermeye başladığından, herkes huzurla kuytusuna çekilir, gecenin onu anlamlı bir düşe taşımasını beklerdi.

Yemekle içmekle pek işleri olmazdı onların. Annelerinden ve nenelerinden gördükleri gibi yaparlar, ağaçlara, hayvanlara ve toprağa iyi bakar; bu saygılarının karşılığını da bereket, bolluk ve şimdilerde kaybolmuş bin bir tatla alırlardı.

Orada mevsim hep ılıman, o yüzden kılıkları da hep hafif ve uçucuydu. Hemen hemen her gün, billur ırmağın parıltılı sularında yüzerek yıkanır; koltuk altlarıyla boyunlarına nane veya reyhan sürer, dudaklarınıysa türlü renklerdeki yemişlerle renklendirip lezzetlendirirlerdi. Saçları parlak, vücutları her yaşta dinç, çocukları güleç, hayatları tastamamdı. Anlayacağın bunlar bir acayip insanlardı! 

Dertleri yiyip içmek, mideye indiremediklerini cebe atıp sahiplenmek değil yaşamaktı. Yaşamak…

Gel gör ki bir gün her şey değişecekti. Çünkü o gün, artık çoktan küçülmüş o küresel köydeki dijital bir gazete, mahir muhabirinin yoğun araştırmalarının sonucu ulaşılan ve herkesi alabildiğine şaşırtan o müthiş haberi manşetten verdi. Dünya üzerinde internete bağlı veya bağımlı yaşayan herkes dakikalar içinde öğrendi ki pasif bir volkanın içinde, donmuş zamanda mutlu yaşayan küçük bir kabile keşfedilmişti.

Zaman nasıl olmuş da yalnızca yerkürenin orasında durmuştu? Bu insanlar nasıl bu kadar zaman sonra ancak şimdi bulunmuştu? Soru çoktu, merak eden de. O yüzden herkes karşısındaki dijital ekrana daha sıkı sarılarak ve ona daha çok tutularak olan biteni izledi. 

Masal böylece bitecekti demek!

Kimse bir şey söylemedi ama benzer şeyler hissetti: “Ne güzeldi, içine sopa sokularak zevkle kurcalanacak bir kuş yuvası daha keşfedilmişti. Hemen işe girişilmeliydi! Böylece uzak volkanda yaşayan kayıp zamanın mutlu insanları da sürünün arasına itilecek, onlar da mutsuzluğa düşüp özüyle bağlarını koparınca insanlık için bir zafer daha ilan edilecekti!” 

Şaka şaka!

Gerçekte hikâye şöyle gelişti: Volkanın bulunduğu bölgede soyu tükenmekte olan bir hayvan türünün görüldüğü duyumlarını alan muhabir ve haber fotoğrafçısı durumu kendi gözleriyle görmeye karar vermişti. Ancak tüm araştırmalarına rağmen hayvanın izine rastlayamadılar ve tam “medeniyete” geri döneceklerdi ki şans eseri kendilerini zamanı durduran volkanın içinde buldular.

Başlangıçtaki karşılıklı şaşkınlık fazla sürmedi. Ziyaretçiler bu yeni yerde ve zamanda, yaşamlarında uzun süredir eksikliğini hissettiği tamlığı ve anlamı keşfetmişti. Öyle olunca da buranın yerlilerinin hayatını kendisininkinden çok sevdi ve ikisi de sözleşmiş gibi kalıp onlara katılmaya karar verdi.

Volkanlılar çok sevindi. Yeni gelenlerin yeni başlangıcını kutsamak için onlara birer avuç renkli su verdi. Birer boş hamak gösterdi. Bizim medeniler yeni hayatlarının yegâne yatağı olmaya namzet hamaklarına kurulmadan önce fikir birliği yaparak cep telefonlarını yakıp küllerini havaya savurdu. Ardından renkli sularını içerken ikisi de çocuklar gibi şendi.

O arada gece indi. Hiç koklamadıkları kadar temiz olan havayı içlerine çektiler. Daha önce hiç görmedikleri kadar parlak olan yıldızları hayranlıkla seyrettiler. Tatlı rüyalarla dolu huzurlu bir uykuya dalmadan önce “İşte hayat buymuş!” dediler. Ve özlerine döndüler. 

Masal işte orada bitti… Daha doğrusu nihayet başlayabildi!

Bir süre önce can dostum, “yazsana” dedi yine; “yine yazsana!” Her şey öyle başladı zaten...
Yazı oluşturuldu 257

dünyanın merkezine yolculuk” üzerine 4 görüş

  1. merhabalar ( :
    öyle etkileyici öyle hoş öyle güzel bir hikâye olmuş ki tam masal tadında. okurken o masala dahil olmak, modern dünyanın tüm dertlerinden uzaklaşarak ruhumu dinlendirmek istedim.. yüreğinize, ruhunuza, kaleminize sağlık..
    tıpkı masal tadında sağlıklı, huzurlu, neşeli günleriniz olsun..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön