Evinde bir bahçesi, bahçesinden de bir limon ağacı olan kişi, çok şanslı biridir bana soracak olursan.
Bir kere bir evi var düşünsene!
Kendine ait bir dört duvar. İçi kendi cumhuriyetin! Bir ev deyip geçtiğin, ne çok şey aslında! İhtiyacına ve hayal gücünün sınırlarına bağlı olarak her şey olmaya kadir: Barınak, sığınak, aşhane, otel, hastane, okul, spor salonu, misafirhane, güzellik salonu, sanat atölyesi, öğrenci yurdu; dinlenme yeri, eğlenme yeri… Liste uzar da gider.
Bunlar olur, dahası da olur ev. Yerdir çünkü o sana ait olan, küçük bir daire bile olsa sözünü ettiğimiz. Boş bir toprak parçası gibi, dağ da kalır bağ da yapılır!
Yokluğuysa safi sefillik!

Neyse, diyeceğim: Babaanneciğimle dedeciğimin evinde yetişkin ve sağlıklı bir limon ağacı vardı. Çocukluğumda, orada kaldığım zamanlarda, neşeli kokusu sadece bizim evi değil bütün sokağı sarıp sarmalardı.
Tatlı gündüz düşleri gördüren bir ağaç perisiydi o. Emindim, sıradan bir ağaç olamazdı. Olsa olsa, insana tebessümler armağan ederken ona ümit ve iyilik veren bir sihirli limon kişisiydi.
O günkü aklımla şimdi dönüp bakıyorum da kokusuyla ruhumuzu tutan, çiçekleriyle beyaza övgüler yağdıran o ağaca: Herhalde bir önceki hayatında iyi biriymiş ki şimdi o onu seven ve ona iyi bakanlarla çevrili bir limon ermişi oluvermiş…
Söylemiş miydim?
Artık ne babam, ne babaannem, ne dedem… Tersinden o sırayla…
Orada beraberler midir acaba?
Ne ev kaldı şimdi geriye, ne bahçesindeki eski hamam. Bir vardı, bir yok oldu hepsi bir bir. O limon ağacı sağ mı ola ki? Gitsem, bari ona sarılsam…
“limon-ata” üzerine 0 görüş